BAYRAM günlerini atalarımızın “Ayağını sıcak tut başını serin; ye, iç, zevkine bak, düşünme derin” tavsiyesine uyacak şekilde ayarladım.
Sabah kalkıp yazıyı yazdıktan sonra en sevdiğim işe, eski dergi okumaya adadım kendimi. Bir süredir yedekte tuttuğum Hayat Tarih Mecmuası ciltlerine yoğunlaştım. Şevket Rado’nun Hayat Tarih Mecmuası, tipik popüler tarih dergilerindendir. Tarihe “sağ” taraftan bakar ama severim, eğlencelidir. “Küpeli Abdi Bey’in zürafa macerası”, “II. Sultan Hamid zamanında Basra’dan İstanbul’a 24 ayda (2 yıl) gelebilen Zuhaf gemisinin meraklı hikâyesi”, “İstanbul’a gelen ilk gözbağcılar (sihirbazlar)” gibi okuması zevkli pek çok yazı... ¡ ¡ ¡ Şu “gözbağcılar” konusuna biraz takılalım. Torinolu Bartolomeo Bosco, 1790-1863 yılları arasında yaşamış bir sihirbaz. 9 Ağustos 1840’ta, Galatasaray Lisesi’nin karşısında bir tiyatro salonu açmış. Tiyatronun kurulduğu arazinin sahibi olan Mişel Naum Duhani 2 yıl sonra işletmeyi devralmış, bugün Çiçek Pasajı olan yerdeki Naum Tiyatrosu’nu 1870’teki Büyük Beyoğlu Yangını’na kadar da açık tutmuş. Neyse, bizim işimiz Sultan Abdülmecid devrinde İstanbul’a gelmiş olan Bosco ile... 16 yaşında tahta çıkmış olan genç Sultan, 17’sine bastığında namını duyduğu sihirbazı saraya çağırmış. Bosco, en meşhur numaralarından biri olan “güvercin” numarasını yapmış: “Siyah bir güvercinin başını beyaza, beyazınkini de siyaha takmış...” Abdülmecid sevmiş numarayı: “Aynı numarayı Habeş cariye ile Çerkes cariye üzerinde de yapsın” buyurmuş. Tarih detay yazmıyor fakat şafak atmış Bosco’da: “Eee güzelim güvercinde oluyor, cariyede niye olmuyor?” Durumu kurtarmak için “Ben biraz ot kaynatayım, biraz yıldızlara bakayım, bana 3 hafta izin verin sultanım” demiş, pılısını pırtısını toplamış ve kapağı Rusya’ya atmış... ¡ ¡ ¡ 1965-1982 yılları arasında yayınlanan Hayat Tarih’in efsane sayfaları arasında “Tarih Postası”nı saymak şart. Okuyucu mektuplarının cevaplandığı köşe “Huysuz ombudsman (veya okur temsilcisi, keyfiniz bilir), tarih konusunda posta koyuyor” olabilirmiş pekâlâ. Okuyucuların sorularına verilen kısa, bazen fırça tonundaki cevaplar, Kaan Ertem’in Erdener Abi’si ile Erkut Abi’si arasında bir yerde duruyor. Örneklere buyurun... ¡ ¡ ¡ Soru: Bazı kitaplar Abdülhamid’i göklere çıkarıyor, bazıları yerin dibine batırıyor. Hangisi doğru? Cevap: İkisinin ortası. Soru: Göktürkler’in tiyatro anlayışı nedir? Cevap: Göktürkler’de tiyatro yoktur. Soru: Niçin tarihi foto-roman yayınlamıyorsunuz? Cevap: Bir de tarihi film çevirip bunu foto-roman yapsak asıl meşgalemize zarar gelmez mi dersiniz? Hayat’ın resimli romanı sizi tatmin etmiyor mu? Soru: Oğuzlar kaç kol ve boya ayrılmıştır? Bu boylar nelerdir? Nerede, ne zaman, hangi devletleri kurmuşlar, âkıbetleri ne olmuştur? Cevap: Bu sütunda cevaplandırılması istenen sorular her şeyden önce insaflı sorular olmalıdır. Soru: Satı Çırpan hakkında bir yazı koyar mısınız? Cevap: Fırsat bulursak koyarız. Soru: Piramit yazısı nedir? Cevap: Yoktur. Soru: Bir konferans gereğince lüzumu hasıl olan aşağıda maddeler halinde belirtilen suallere oldukça kısa zamanda tatmin edici cevabın eklice gönderilen zarfla bildirilip yollanmasını rica ederim. Cevap: Biz size bir metin hazırlayacağız, siz konferans vereceksiniz. Böyle şey olur mu? Mevzuunu bilmiyorsanız niye böyle işlere kalkışıyorsunuz? ¡ ¡ ¡ Özellikle son soru/cevap konusunda “Az bile sinirlenmiş Ombudsman Abi” dediğimi itiraf edeyim. Akşam yatarken gelip üstünü de örtsünler bari. Bedavacı konferansçı sen de!.. Biz yine de dünya kibarı Faruk Bildirici’nin kıymetini bilelim. “Vur vur inlesin angus!” diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum, bayrama devam...