GEÇEN hafta cumartesi gününü, normal şartlar altında Elazığ'da geçirecektim. Hafta sonlarını cennet vatanımızın cennet köşelerinde geçirmek gibi bir adetim yok. Galatasaray, Elazığspor'la oynayacaktı, ben de böylece Elazığ'a gitmiş olacaktım.
Fakat olmadı. Niye olmadı? Başka bir işim çıktı da ondan. Elazığ yerine, Hürriyet'in bir toplantısı için Gebze civarlarına, Sabancı Üniversitesi'ne yazıldık.
Ben bu tür toplantıları bildiğimden, futboldan pek anlamayan bir müdüre ‘‘Ağbi vallahi bu maç çok önemli, şampiyonluk maçı’’ filan dediysem de yemedi tabii.
Neyse Hürriyet Arama Konferansı için Sabancı Üniversitesi'nin kapısına dikildik cuma akşamından. Üniversite diyorum ama üniversiteden çok bir tatil köyü havası var.
Odalara yerleştik, yemeğimizi yedik ve yemek sonrasında ilk toplantıya geçtik. ‘‘Sinerji’’ diyorlar, ‘‘Pazar payı’’ diyorlar, ‘‘Infomercial’’ diyorlar... Benim kısmen anladığım, kısmen de anladığımı sandığım ve büyük ihtimalle yanıldığım konulardan bahsediyorlar.
Önümdeki bloknota, çok ciddi not alıyormuş havasında resimler çiziyorum. Resmim iyi olmadığından, bloknota bakanlar integral hesaplarıyla uğraştığımı sanıyorlar...
Normalde ne yapılır? Gidip yatılır ve biraz dinlenilir değil mi? Değil tabii ki...
Bir arkadaşın, ‘‘Yahu benim midem kazınıyor, yiyecek birşeyler bulur muyuz acaba Tuzla'ya insek’’ bahanesinin ardına takılıp, beş kişi resmen kirişi kırıyoruz.
* * *
Kampus girişindeki güvenlik elemanlarına, ‘‘Tuzla'da açık yer bulur muyuz? Bulma ihtimalimiz var ise, bir de Tuzla'yı nasıl bulacağımızı açıklar mısınız?’’ şeklinde kademeli iki soru yöneltiyoruz.
‘‘Zor’’ diyor güvenlikçi arkadaş ve devam ediyor, ‘‘Yine de deneyin isterseniz...’’
Bir şekilde yol bizi yönlendiriyor... Bu arada otomobili kullanan arkadaşımız -ki kendisi kadındır-; Tuzla'da nöbet tutan bir askere yol sorma kararı veriyor.
Camı açıyor ve askere doğru, ‘‘Tertip, buradan mı gidiliyor Tuzla'ya?’’ diye bağırıyor. Mehmetçik dağılıyor tabii ki. Yani gece ‘‘oniki-iki’’ nöbetindesiniz, bir kadın arabayla yaklaşıyor ve size ‘‘Tertip’’, evet yanlış duymadınız ‘‘Tertip’’ diye seslenip yol soruyor... Çocuk eliyle yolu gösterip kurtuldu.
Biz şoför arkadaşa, kadınların askere, hele elinde dolu tüfek bulunan nöbetçi askerlere ‘‘Tertip’’ şeklinde seslenmesinin ne kadar saçma olduğunu anlatmaya çalıştık tabii. Ama o hala diyor ki; ‘‘Tertip denmiyor mu askere...’’ Umutsuz vaka gördüğünüz gibi.
Her neyse efendim... Aynı arkadaşın ikinci kez nerede adres sorduğunu söyleyeyim size.
Bir halı saha kenarında durduk. Ben ‘‘Yapmayacak di mi böyle absürd bir şey’’ derken, arkadaşımız otomobilden indi ve halı sahaya doğru koşmaya başladı. Büyük ihtimalle kalede oynayan bir elemana ‘‘Tuzla'da var mı böyle birşeyler yiyip içebileceğimiz bir yer’’ dedi.
Çocuk topa mı baksın, yol mu takip etsin. Neyse, gol yemeden bize yolu tarif etmeyi başardı.
Yol kenarında balıkçı restoranları dizilmiş ama hepsi kapalı tabii o saatte. Bir tanesinde ışık görünce, ‘‘Nasıl olsa iki lokma yemek, bi ufak rakı çıkarırlar’’ diyerek 5 kişilik ekibimizle restorana daldık.
İçerde son bir masa kalmış. Garson çocuk inisiyatif kullanma yanlısı değil. Belli ki inisiyatif de verilmemiş. ‘‘Olmaz’’ diyor, ‘‘Kapattık dükkanı...’’
O sırada son masadan, alkolün de etkisiyle misafirperverlik damarları kabarmış bir beyefendi garsona ‘‘Ba şimdi... Sen almayacaksan arkadaşları, ben eve davet etçem’’ diyor.
Biz ‘‘Yok vallahi, doyuverdi karnımız birden bire’’ diyerek güç bela ekarte ediyoruz, son müşteriyi.
* * *
Umutsuzluğun tavan yaptığı dakikalarda, bir ışık daha görüyoruz. Aaa! açık bir mekan. Adı neymiş diye bakıyorum: ‘‘Çin Çin Birahanesi..’’ adı da süper.
İçersi dolu. Bizi aile salonuna alıyorlar. Yemeklerimizi söylüyoruz, içeceklerimizi söylüyoruz ve bir saat içinde operasyonu tamamlıyoruz. O dakika itibariyle Çin Çin dünyanın en güzel barı olarak tarihe yazılıyor.
* * *
Ertesi sabah toplantıya girerken, bana maç izni vermeyen müdürle karşılaşıyoruz. ‘‘Sinerjik günler dilerim beyefendi’’ diyorum. ‘‘Tuzla ekibinde sen de var mıydın?’’ diyor.
‘‘Ne Tuzla'sı? Ne ekibi?’’ demeye fırsat vermeden boynumdaki kimlik kartını tutup burnuma dayıyor. Gece espri olsun diye isim kartımızın yerine Çin Çin'in kartvizitini takmıştık. Böylece enseleniyoruz tabii ki... Aman, boşverin, ben size de ‘‘Sinerjik günler’’ diliyorum.