“Malkoçoğlu’nun sıcak nefesini teninde hisseden prenses bağırmayı, çabalamayı çoktan unutmuştu...” Malkoç Abi’nin “kollarında eriyen” onlarca “ecnebi güzel”den birinin, meşhuuur “Lükres Borjiya”nın teslimiyet sahnesini okumuş bulunuyorsun sevgili okur. Örnekler Malkoçoğlu maceraları kadar çoktur. Mesela “Çingene güzeli Silvana” da kendisini “Seninle bulunduğum her an ayrı bir heyecan yaşıyorum. Sende yaylaların vahşi rüzgârlarının ürpertisini, vadilerde ılık akşamların sarhoşluğunu buluyorum, oh Malkoçoğlu” diyerek bırakır kendisini kahramanın kollarına. Ailelere örnek olacak, milli ve manevi değerlerimize uygun şekilde tabii. Mesela Malkoçoğlu düşesten prensese, beyin kızından rahibeye kimi “eritirse eritsin” biz ya şamdan görürüz, ya kadife perde ya da ufuk çizgisi.
Taze Sinema Genel Müdürü Mesut Cem Erkul konuştu. Bundan böyle Türkiye’de çekilecek filmlere verilecek destek konusunda açıklama yaptı. Dedi ki “Eskiden kahramanlık filmlerine, tarihi Türk filmlerine gidilir, çıkıldığı zaman onun etkisinde kalınırdı. Bir Malkoçoğlu etkilerdi...” Doğruluk payı var mı? Kendi adıma konuşayım, var. Etki genellikle çıtadan elde edilen kılıçlarla mahallede birbirimizin üstüne “Allah Allah...” diye hücum etmemiz, film çıkışında Cüneyt Arkın’dan aldığımız cesaretle abartılı yüksekliklerden kendimizi yere bırakmak, yiğitliğe “pis” sürdürmemek için canımız yansa da “Hiyaa!” diye koşmaya devam etmek şeklinde kendini belirtirdi.
Ayhan Başoğlu’nun çizgi romanı aracılığıyla popüler kültüre yatay geçiş yapan, 1960’larda Cüneyt Arkın’lı filmlerle sinemaya taşınan Malkoçoğulları aslında tarihte gerçekten yaşamış meşhur akıncı Türk ailelerindendir. Levent Cantek’in editörlüğünü üstlendiği ve el altından hiç uzaklaştırmadığım “Çizgili Hayat Kılavuzu” adlı kitapta (İletişim Yayınları, 2002), Rukiye Karadoğan bu filmlerin ve kahramanlarının özelliklerini şahane toparlar: “...Bir orduyu tek başına dağıtabilen, metrelerce yükseklikteki kalelere, surlara bir sıçrayışta ulaşabilen, aynı anda ve tek vuruşta onlarca düşmanı kılıçtan geçirebilen, beş ayrı yöndeki hedefi aynı anda fırlattığı beş okla vurabilen, cümle âlem kadınlarını kendisine hayran eden, bileği ve yüreği güçlü kahramanlar...” Sinema Genel Müdürü’ne göre (kartvizit çok havalı olmuş ama tebrik ederim) “gişe ve aile filmi”ne örnek olacak Malkoçoğlu filmleri böyle bir şeydir işte.
82 sinemacı (Semih Kaplanoğlu’ndan Derviş Zaim’e, Kutluğ Ataman’dan Yeşim Ustaoğlu’na...) bu açıklamaya “sansür ve adam kayırma” diyerek tepki gösterdi. Ahmet Turan Alkan, Zaman’daki sütununda, tepki gösteren sinemacılarla kendine has üslubuyla dalgasını geçerken “Kategorik bir alerji mevzubahis değil çocuklar” dedi ve Hıncal Uluç’un hep açık tuttuğu “Zaten anlaşılmaz filmler çeker bu entel tayfası” sancağının altına giriverdi.
Benim durumum ise karışık sevgili okur. Malkoçoğlu, Battal Gazi filmleriyle büyüyen, eğlenen kuşaklardanım. Ama siz bana bakmayın. Benim bu tarz filmlere aşkım başkadır. “Kilink Uçan Adama Karşı”dan “Kaplan Adam Dehşet Adası”na, “Yılmayan Şeytan”dan “Zagor Kara Bela”ya her tür ucuz ve eğlenceli filmi severim. Ama Sinema Genel Müdürü (hâlâ anlayamıyorum sinemanın bir genel müdürü olmasını ya, her neyse) ortaya çıkıp, mührünü sallayarak “Daha da sanat filmleriyle uğraşmam. Bana gişe gerek gişe... Bana Malkoç gerek Malkoç...” dediğinde ben de Malkoç esintili bir “Savulun uleeyn!” çekip o 82 sinemacının cephesinde yer alırım. Türk Sineması’nın gurur kaynağı filmleri yapan sinema sanatçılarına ayrımcılık ve haksızlık yapılırsa, benim tanıdığım Malkoç da, Battal da, Karaoğlan da ve hatta Tarkan da yardıma koşar. Kilink (Killing) de gelir mi onu bilmem ama gelirse ona ayrıca sevinirim bu arada. Bu kadar. The End.