Paylaş
En iyimser ve “N’olacak canım? Mayıs ayına bakarım ben” diyen G.Saray taraftarına bile kabak tadı veren Kadıköy’de galibiyet hasretinin bu maçta sona ermesi ancak ekstra performansla veya mucizeye yakın bir talih dönmesiyle mümkün olabilirdi.
G.Saray bu sezonun geneline baktığımızda, resmi maçlarda sadece FC Kopenhag maçında üstün performans sergilemiş vaziyette; belki bir de Süper Kupa Finali’ni sayan çıkar. F.Bahçe ise iyi oynamadığı maçlarda bile yenilgiyi kabullenmeyen takım kimliğiyle öne çıktı ve bu tavrının karşılığını liderlik koltuğuna rahatça gömülerek aldı. Maç iki takımın da temkinli oyunuyla başladı. Atak olgunlaştırmak bahsinde olmasa da çerçeveyi bulmakta cevval olan taraf G.Saray’dı. Drogba’nın uzun denemelerini pozisyon kabul edersek tabii.
İŞTAH FARKI
BİR akıl ve beden tutulması neticesinde –haklı olarak- gelen penaltı Fenerbahçe’nin skor stresini aşmasını sağladı. Bu süreçte Galatasaray ne yaptı diye soran olursa... Rakibinin iştahına, konsantrasyonuna yaklaşmayı bile başaramadı. Fenerbahçe muhteşem oynamasa da ne yaptığı veya daha acısı ne yapmak istediği belli olmayan rakibi karşısında kararlılığıyla üstün tarafa dönüştü. Sahanın her noktasında rakibinin gerisinde kalan, yeterli performansı gösteremeyen Galatasaray’ın maça ortak olma ihtimali bile belirmedi. Topa daha yüksek oranda sahip olduğunda bile durumu böyleydi.
Bireysel yeteneklerle harmanlanan özgüvenin futbol oyununda yetersiz kaldığı bir çağda Galatasaray’ın gözden geçirmesi gereken çok problemi olduğu aşikar. Galatasaray açısından bu maçta veya, bugüne kadar kaybedilen puanların uzun koşu sırasında yoldan toplanacağına inanmak için Pollyanna olmak gerekir, vaziyet budur an itibariyle...
MAÇIN İYİSİ
Alves, savunmada kusursuz oynadı.
MAÇIN KÖTÜSÜ
Burak mı yoksa ona katlanan Mancini mi? Siz seçin.
HAKEM: İkinci goldeki ofsayt tartışması dışında pek kafa karıştırmadı.
Paylaş