İkinci Roskilde Festival seferinden Black Sabbath, Foo Fighters, Audioslave, Brian Wilson, Bloc Party, Green Day, Snoop Dogg ve başkalarını seyretmiş olarak mağrur bir komutan edasıyla (Bunu hep yazmak istemiştim hayatım boyunca.
Mağrur bir komutan edasıyla... Çok güzel bence!) döndüm. ‘Sizi izlenim manyağı yapmaya andım var!’ demek istemiyorum ama galiba biraz öyle olacak. Geçen hafta söz vermiş bulunduk bir kere... Başlıktaki sloganın ne manaya geldiğini merak edenler biraz daha okusunlar bakalım...
Müjde! Ozzy yaşıyor ama Duran Duran bitmiş
Dört gün boyunca ağırlıklı olarak Mehmet ve Tümay’la takıldık. Ortak olarak sevdiğimiz konserler oldu. İlk beş konser listesi yapsak sıralamalarımız farklı olabilir tabii.
Benim listem şöyle olacak galiba:
1- Black Sabbath
2- Foo Fighters
3- Brian Wilson
4- Audioslave
5- Bloc Party
Dünya gözüyle Black Sabbath’ı görmek benim açımdan çok mühimdi. Önce müjdemi vereyim; Ozzy Osbourne yaşıyor, sapasağlam ve inanılmaz iyiydi. Bir ara tıp alemindeki yüksek teknoloji yardımıyla kanını tamamen çektirip, onun yerine damarlarına özel bir sıvı bastırdığını bile düşündük.
Klasik dizilişle sahaya çıktılar: Ozzy, Tony Iommi, Geezer Butler ve Bill Ward. Yani dördünün yaş toplamı 250 filan ediyordur herhalde ama süperlerdi. Ozzy’nin sahnede civciv ezdiğine dair efsaneye gönderme mahiyetinde Mehmet’le yaptığımız ‘Ozzy bize civciv ezsene, ezseneeee, ezseneee!’ şeklindeki tezahüratımız anlaşılmasa da ilgiyle takip edildi birtakım Danimarkalılar tarafından.
Foo Fighters’ı Mehmet daha önce seyretmiş. Canlı performanslarının süper olduğunu konser öncesinde en az 77 kere söyledi ve haklı çıktı.
Tümay Yazıcı’nın Foo Fighters’ı beğendiğini de şu cümlesinden anladık: ‘Beni buraya gömün!’
Hoş Mehmet’le ikisi Audioslave’den sonra da bir başka noktada bulunmamıza rağmen ‘Beni buraya gömün’ demişti. İki ayrı yere gömülmelerinin manasız olacağını söyleyip keyiflerini kaçırmadım.
Foo Fighters’ın davulcusunun insan değil başka bir yaratık olduğunu ve konser sırasında gitarıyla birlikte dama çıkan Dave Grohl’un da acayip bir insan olduğunu hemen belirteyim.
Dave Grohl hakikaten dama çıktı, laf olsun diye söylemiyorum. Aldı gitarı, seyircinin arasındaki güvenlik koridorundan geçti ve sahnenin karşısında, ses teknisyenlerinin filan oturduğu yerin damına çıktı, oradan çaldı bir süre.
Audioslave de çok iyiydi. Soundgarden’dan çaldılar arada sağolsunlar, müteşekkirim ama asıl bombayı son şarkıda patlattılar: Rage Against The Machine’den ‘Killing in the Name!’
Bloc Party’nin birkaç yıl içinde çok büyük olacağını söyleyebilirim. Franz Ferdinand elemanlarının övdükleri kadar varlar harbiden.
Brian Wilson’da beklentilerimizin çok çok çok üstünde eğlendik. Sadece biz kopmadık, halk da dağıldı. Danimarkalıların halay çektiklerini söyleyeyim, siz anlayın. Ve baba bu sırada Hawaii desenli gömleğiyle yerinden kıpırdamadı bile.
The Raveonettes de iyiydi, seyrettiğimiz başka şeylerde...
‘Kötü bir şey yok muydu?’ derseniz, o da vardı: Duran Duran. Gece 01.00’de çıktılar sahneye. Hevesle bekledik. Fakat ne kadar kötü olduklarını anlatmam mümkün değil size.
Simon Le Bon bir ara sözleri yerden okuyordu diyeyim işte, daha fazla konuşturmayın beni.
Sayılı gün çabuk geçermiş. Dört günün sonunda, bolca toz toprak yutmuş ve iyi müzik dinlemiş olarak memlekete döndük.
ANAÇ REHBER VE KÜÇÜK DENİZKIZI
Kopenhag’a üçüncü gelişim. İlkinde UEFA Kupası’nı Arsenal’den almaya gelmiştik. İkincisi 2003’te Roskilde Festivali içindi. Bu sefer de aynı amaçla bulunuyorum Danimarka’nın başkentinde.
İlk iki seferde de Küçük Denizkızı heykelini görmeye götürülmüşüm ısrarlı rehberler tarafından. Bu kez rehberimiz Hint asıllı bir anaç teyze; adı Fatima.
‘Ben herhangi bir heykeli üç kere ziyaret etmiş değilim, daha Nemrut’u görmüşlüğüm yok’ diyeceğim anlamayacak Fatima Teyze.
Anaç rehber Fatima Teyze, neredeyse tişörtümüzün içine tülbent filan sokuşturarak ve ‘Aman rock festivalinde eğlenin ama kendinize dikkat edin; çok içmeyin, çok azmayın, tanımadığınız insanlardan meşrubat kabul etmeyin’ filan diyerek uğurluyor bizi Roskilde’ye.
ROSKILDE NEDİR, NASIL BİR ŞEYDİR
Roskilde, Avrupa’nın sayılı müzik festivallerinden biri. Her yıl ortalama 100 bin kişi katılıyor. Geçen sene 106 bin kişi varmış mesela. Toplamda 1,2 milyon metrekare alana yayıldığı yazıyor festival kitapçığında. Hakikaten çok geniş bir alan, sepetle sahne var. Müzik Roskilde Festival’in sadece bir yönü. Gelirinin tamamı hayır kurumlarına devredilen, binlerce gönüllünün ücret almadan çalıştığı hiper organize bir festival. İsteyen film seyrediyor, isteyen bir takım atölyelerde sanatsal faaliyetlerde bulunuyor, isteyen de Mehmet’le benim yaptığım gibi sadece biralanıp rock konseri seyrederek, bir nevi ütopyasını gerçeğe dönüştürüyor. Mehmet’le sık sık hayatın aslında sadece böyle bir şey olması gerektiğini konuştuk zaten dört gün boyunca... Ama yok tabii öyle bir şey. Memlekete döner dönmez kültür şokunun şahını yaşıyorsun!
FESTİVAL TAYFASI
Kıymetli kardeşim Mehmet (Tez) ve Haşmet (Babaoğlu) de benim gibi ikinci seferde. Bu sene milli olacak iki kişi daha var aramızda; Tümay Yazıcı ve Ayşe Özyılmazel. Bir de tabii Roskilde’nin sponsoru Tuborg’dan Gökhan ve Ece.
Hoş dönüş uçağında Babylon (Daha doğrusu Pozitif) tayfasını ve festivalin doğasında yer alan kan-ter-gözyaşını göze alarak yola koyulmuş birtakım başka arkadaşları da gördük ama tam isim listesi filan beklemeyin.
Pozitif ekibi festivali denetlemeye gelmişti. Fakat havaalanındaki muhabbetten anladığım kadarıyla Rock’N Coke’tan çok Babylon’a malzeme çıkarmışlar.
Yine de Foo Fighters’ı seneye bağlamak için sıraya yazıldıklarını duydum bir yerlerden. Umudunuzu kaybetmeyin diye söylüyorum.