Paylaş
Birincisi AKP İstanbul Milletvekili Oktay Saral’ın CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’a yumruklu saldırısıydı.
Hoş, Saral’ın öfkeli kalkışı, gruptan kopuşu ve hızla muhalefet sıralarına yürüyüşü sırasında canlı yayın kesildi. Ancak olayların “tahmin ettiğimiz şekilde” geliştiğini fotoğraflarla, demeçlerle anlamış olduk.
İkincisi, Başbakan Erdoğan’ın muhalefeti, medyayı, TÜSİAD’ı, cemaati vb vitrine yerleştirdiği “kişisel öfke sergisi” idi. Sayısını hatırlayamadığımız öfke nöbetlerinden birini daha yaşadı.
“Eeee, ne var bunda?” dediysek
devam edelim.
Öfke, bu ülke vatandaşlarının her türlüsünü talim ettiği, alıştığı, genetik kodlamasında yer aldığına inandığı, hatta sempatik bulacak yaklaşımlar icat ettiği (bakınız: “Sevdiği için...”) bir vaka.
Henüz bitirdiğim bir kitap(*) son iki “öfke patlaması”na farklı bakmamı sağladı.
Öfkeyi “anlayamayacağımız şekilde” tarif etmek gerekirse nörolojik haritada gezintiye çıkabiliriz: “Amigdalada, limbik sistemde yer alan ve hipokampüsün ara ucunda başlar. Talamus üzerinden kortekse ulaşır...”
Nörolojiyle alakası olmayanlar için evinin yolunu şaşırtacak türden sayılacak bu tarifi işin ehline bırakalım ama “öfke”nin izini sürmeye devam edelim.
“Yumruk olayı” sonrasında basın toplantısında yaşadığı öfke krizini tarif etmekte sıkıntı çekiyordu Oktay Saral.
Normalde “kalp kırmayan”, “‘Oflu olmasına rağmen’ kavgaya karışmayan, ayırmaya çabalayan” biri olduğunu vurguladıktan sonra özeleştirisini de şöyle yapıyordu: “...Birini kırdıysam gider, aynaya bakar, ‘Oktay Saral bu sana yakışmadı’ derim. İnanın bazen yüzüme de tükürürüm...”
Bu kafa karışıklığı çok normal çünkü bilim öfkeyi en anlaşılır dille “İnsanın net bir şekilde düşünme ve davranışlarını kontrol etme becerisini bozması” olarak tarif ediyor.
Oktay Saral hakkıyla bir özür dileyemedi yumrukladığı mesai arkadaşından, bunu da haydi bilimsel olarak “nesnelliğini kaybetmiş” diye geçiştirelim.
İkinci vakanın kahramanı Başbakan Erdoğan’ın öfkesi ise daha tanıdık.
Özellikle son 4-5 yılda örneklerine çokça rastladık. Muhalif algıladığı her noktaya “hedef ve mesafe tanımaksızın” yaptığı sert çıkışlardan en yakınındakiler de çok uzaktakiler de payına düşeni defalarca aldı.
Bilim insanlarının teşhiste kullandıkları bütün fiziksel özellikleri sayesinde yakından gözlemledik: “Yüz kızarması, kaş kaslarının büzüşmesi, burun deliklerinin açılması, çenenin sıkılması...” ve elbette ses yükselmesi.
Oktay Saral’ı tanımıyoruz pek ancak Başbakan Erdoğan’ın öfke krizlerinin daha periyodik, sistematik olduğunu söyleyecek kadar tanıdık.
Bilim, öfkeyi “genellikle bir denetim kaybı” olarak değerlendirse de bazı durumlarda “başkalarını denetim altına alan bir araç” olarak da görüyor.
Okuduğum kitaptan aktarayım bu “halları”:
“...Araştırmalara göre yüz ifadeleri öfkeli insanlar başkaları tarafından daha güçlü ve daha yüksek bir toplumsal mevki sahibi olarak algılanırlar.
Bunun sonucunda insanlar talepleri karşılanmadığında öfkelenen müzakereciye daha fazla taviz verme eğilimindedir. Dolayısıyla başarılı biçimde öfkelenmiş taklidi yapabilecek ya da öfkesini aktarabilecek olanlar bazı yararlar sağlayabilir.
(Ama) taklit öfke kolayca kontrolden çıkar ve aslına döner; özellikle de performans başkalarının gözünü boyayacak kadar iyi değilse...”
¡
Lafı “Usta ne diyorsun bu hususta?” kontenjanından Yıldız Savaşları serisinin Master Yoda’sı ile bağlayacağım ama bilim adamlarının “Öfkenin temelinde korku yatar” ve “Birinin öfkesi diğerlerinim gülme nedeni olabilir” tespitlerini paylaşmadan edemeyeceğim.
Master Yoda’ya dönelim.
Bilgeliğin temsilcisi olan Yoda, toy Jedi adayı Anakin Skywalker’a şöyle seslenir: “Korku karanlık tarafa giden yoldur. Korku öfkeye, öfke nefrete, nefret ise acılara yol açar...”
Madem öyle diyorsun Yoda Usta...
Neyse, “güç sizinle olsun” bugün,
sakin kalın...
(*) Akıl, Richard M. Restak,
Çeviri: Ebru Kılıç, Aylak Kitap, 2014)
Paylaş