İSTANBUL Kültür Sanat Vakfı ve Stuttgart Türk-Alman Forumu’nun düzenledikleri ‘Şimdi Stuttgart Festivali’nin ilk üç gününü izlemek üzere Almanya’dayım.
Dünya üzerinde ‘Mercedes’, Mannheim’da yaşayanlar için ‘Benz’ olarak bilinen otomobil, Stuttgart’ta yaşayanlar için hálá ‘Daimler’ olarak anılıyor. Çünkü Gottlieb Daimler ve komşusu Wilhelm Maybach, 1885’te ürettikleri otomobil prototipiyle ilk turlarını, Daimler’in Cannstattt’taki evinin bahçesinde atmışlar.
Kendi içinde bölünme ve anlaşamama konusunda derin bir boşluk yaşayan Almanya vatandaşları da (En azından Mannheim ve Stuttgart sakinleri), ‘Onun adı Benz... Hayır, Bavyera insanı, Daimler derler onun adına’ şeklinde kutuplaşma yoluna gitmişler.
Stuttgart’ın şehir merkezinde nüfus 600 bin. Sadece Almanya’nın değil, kıta Avrupa’nın en müreffeh şehri olarak biliniyor.
İşsizlik oranı neredeyse yok gibi bir şey; yüzde 5. Düzenli, entelektüel bir nüfusa sahip (Schiller’in, Hegel’in, Hesse’nin memleketi ne de olsa), Almanya’nın genel eğiliminin dışında bira yerine şarap içmeyi seven (Şarabıyla da meşhur. Kişi başına 48 litre şarap içiyorlarmış yılda; afiyet olsun. Ben denedim, alınmasınlar ama berbat bir şey) zengin bir şehirdeyiz yani.
***
Fakat rehberliğimizi yapan ‘Frolayn’ mutlu değil. Angela Merkel’in yemin töreninin ertesi günü ‘Eskiden buralar dutluktu, dedeme gel al 50 fenik demişler almamış’ şeklinde özetlenebilecek bir tur esnasında ‘N’olacak bu Almanya’nın hali?’ noktasına geliyor.
‘Bitte Frolayn, rol çalıyorsunuz. O bizim sorumuz... Bak senin için tekrarlayayım hatta ‘N’olacak bu Türkiye’nin hali?’ Hatta soruyu o kadar benimsemişiz ki; Türkiye bile demeyiz biz, ‘memleket’ der geçeriz...’ diyorum.
Frolayn, önüne duble rakı sürseniz fondip yapacak bir tavırla ‘Aaaaah, aaaah Herr Atkaya! Almanya kötü günler geçiriyor, habarınız yok’ diyor.
‘Biz de Herald Tribune okuyoruz, biz de herhangi bir yatırım aracıyla münasebetimiz bulunmasa da ekonomi sayfalarına bakıyoruz ve ekonominizin eskisi kadar parlak olmadığını biliyoruz, fakat karamsar olmaya hakkınız yok. O bizim yegane hakkımız tamam mı? Biri memleketinden şikayet edecekse o biziz. Eğer sızlanma hakkımıza da göz dikerseniz, ulusalcı olurum bakın frolayn...’ diye dikleniyorum.
***
Bakıyorum işin temel hareketlerini kapmış frolayn. İçlenme, of çekme, uzaklara bakarak dalıp gitme filan... Rol çalışılmış yani, üstünde hiç öyle dede ceketini minimize etmek suretiyle oluşturulmuş ceket gibi durmuyor bu dertlenme hali.
‘Öksür o zaman frolayn, dinliyorum’ diyorum.
‘Ekonomimiz berbat... İşsizlik oranı, özellikle yeni eyaletlerde (Doğu Almanya’yla birleşince ortaya çıkan eyaletlerden söz ediyor) yüzde 25’e kadar çıkıyor. ‘Doyçemark’ gitti, Euro geldi zaten bir sarsıldık... Hayat çok pahalandı. Şimdi Merkel vergileri yüzde üç oranında artıracak. Nüfusun gelir düzeyi yüksek kısmı yani toplam nüfusun yüzde 40’ı eski güzel günlerdeki gibi yaşıyor ama gelir dağılımında eşitsizlik giderek artıyor. Almanya bildiğin gibi değil be Herr Atkaya’ diyor...
Türkiye genelinde refah kelimesiyle neredeyse denk görülen Almanya’da da durum pek parlak değil. İçimden ‘Sen içi kararmış memleket görmemişsin; gel seni Türkiye’ye yerleştirelim’ demek geçiyor ama bulaşmıyorum.
Memleketin bütün karamsarları adına bu anın keyfini çıkartıyorum biraz ayıp olduğunu bilsem de yaptığımın.
Sonra bakıyorum frolayn iyice ‘Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime/ Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime’ kıvamına gelmiş; ‘Gel kız Frolayn; sana bir Dinkel Acker birası ısmarlayayım’ diyorum.
Frolayn ‘Vay kıro!’ gibi yüzüme bakınca da ‘Tamam tamam sevmiyorsunuz bira anladık; Trollingner şarabına ne dersin?’ diyerek kendimi düzeltme yoluna gidiyorum.
‘Peki Herr Atkaya’ diyor.
O şarabını, ben de biramı alıyorum. Kadeh tokuşturuyor, elimizi Gripin kadını gibi başımızın yanına yaslıyor ve ‘N’olacak lan bu Almanya’nın hali’ diyerek içleniyoruz.
Biramı içerken, kendi kendime ‘Keşke yaşasaydı da bu hikayeyi de Oğuz Aral’a anlatsaydım, nasıl eğlenirdi’ diyorum.