Paylaş
Gündemle bağlantısı “Elveda Lenin” filminde komünist Doğu Almanya’da komaya giren ve 8 ay sonra, Berlin Duvarı filan yıkıldıktan sonra uyanan hanımefendi düzeyinde diyeyim, siz anlayın işte.
*
“Neler oluyor memlekette?” diye sordu, “Abi bence buna hazır değilsin, zorlamasak?..” bakışı fırlattım.
Israr edince anlatmaya başladım:
“Sadece son bir haftada...” dedim ve sıralamaya başladım:
“Büyük bir yolsuzluk operasyonu yapıldı. Aralarında bakan çocukları, bürokratlar, işadamları, kamu bankası yöneticileri, türedi zenginler var. Ayakkabı kutusundan 4.5 milyon dolar filan çıktı. Hükümet, operasyonu Gülen cemaatinin yürüttüğünü düşünüyor; yaygın kanı da bu zaten. Cemaatle hükümet beddua seviyesinde mesajlaşıyor...”
*
Kibarca “Oharey!” diyerek sözümü kesti ve içindeki Pollyanna’yı dürterek uyandırıp, sözü ona vererek sordu:
“Eh, bu iyi bir şey değil mi? Neticede demokrasi, yargı, emniyet, yürütme vesaire çalışıyor demektir. Di mi, di mi?..”
“Sana bir Şair Eşref anekdotuyla cevap vereyim ne çalışıyor, ne çalışmıyor kendin karar ver” dedim ve şu hikâyeyi aktardım.
Şair Eşref, Kırkağaç’a tayin oluyor, bakıyor ki kaymakamlık binasının durumu içler acısı.
Dâhiliye Nezareti’ne, yani günümüzün İçişleri Bakanlığı’na başvuruyor. Onlar da “Ne gibi masraf icâb ediyorsa listesini bildiriniz” şeklinde cevap verir.
Eşref, kestirmeden “Binanın muhtelif yerleri akıyor” diye cevap yazar.
Bunun üzerine tekrar bir emir gelir: “Binanın nereleri akıyor, ayrı ayrı yazınız...”
Eşref hem bürokrat, hem kırtasiye işi sevmiyor, hem aksi, hem hazırcevap... Şu telgrafla yazışmalara noktayı koyar: “Vallahi binanın musluklarından başka her yeri akıyor...”
*
“Hehe, gülüyor muyuz şimdi? Ne demek bu? Herkes işini, işinin gereğini yapmıyor mu?” dedi arkadaşım.
“Bak güzel insan... Neredeyse bizim semt karakolunda kulübe nöbeti tutan polise kadar emniyette yeri değiştirilmeyen polis kalmadı.
TRT’den Maliye’ye pek çok bürokrata tayin görünümlü sürgün, el çektirme kararı geldi.
Hükümete sormadan savcılar el yıkamaya bile gidemeyecek vaziyette.
Gazeteciler artık emniyet binalarına çağırılmadıkça girmeyecek, vesaire vesaire...”
*
Bana ışıklar saçarak dünyaya inmiş bir uzay aracıymışım gibi hayretle baktı ve “E, ortalık karışmadı mı, bütün bunlar tartışılmıyor mu?”
“Seni anekdot manyağı yapmak istemezdim ama Marksist külliyatla alakan kuvvetliydi kendini dağa bayıra vurmadan önce; Hegel’in çürük yumurta aforizmasını hatırlar mısın?”
“I-ıh!” diyebildi garibim sadece.
Anlatmaya başladım “Hani kadın pazara gitmiş, yumurta satan esnafa ‘İhtiyar, yumurtaların çürük senin’ demiş...
Satıcı cevap vermiş: ‘Benim yumurtalarım çürük, benim güzel yumurtalarım çürük ha?.. Bunu sen söylüyorsun ha?.. Senin babanı bitler yemedi mi? Annen Fransız’a kaçmadı mı? Büyükannen gariban yurdunda sefalet içinde ölmedi mi?.. Benim yumurtam çürük ha?..”
*
Toparlanmaya çalıştı ve sordu: “Yani boğuntuya mı getiriliyor demek istiyorsun hırsızlık, rüşvet, siyasal dejenerasyon?”
Ah benim canım kardeşim... Ben demiyorum sen diyorsun ama yanlış yapıyorsun...
Yoksa sen o dağ başında dış mihraka kul, milli irade karşıtlığına nefer, kirli emellere kurban mı oldun?
İyisi mi sayıyla kendine gel, kefenini giy, sırana geç, liderini takip et.
Anlamazsın bu işlerden, sessizliğine geri dön.
Memlekette musluklardan başka her yer akıyor, bari bunu anla işte...
Paylaş