TÜRKİYE-Brezilya maçını seyretmek için Turkcell'le birlikte Lyon'a gidilmiş. Lyon'da otele kapak atılmış. Hava o kadar sıcak ki; mümkün olsa otelden dışarı adım atılmayacak.
Hayatımda ilk kez bir klimaya ilgi duymaya başladığımı söyleyeyim, siz anlayın. Klimaya sarılarak yatma isteği nasıl bir sapıklıktır, bunun takdirini size bırakıyorum.
Lyon'la daha önce bir tanışıklığım yok. ‘‘Merhaba Lyon, ben Türk'üm’’ deyip, iki gün sonra da otelden çıkıp ‘‘Elveda Lyon, ben memlekete dönüyorum’’ demeyi kendime yakıştıramıyorum.
Resepsiyondaki elemana soruyorum: ‘‘Mösyö; bak ben sıksam sıksam atacak 40, hadi bilemedin 50 adımım var. Bu yakınlıkta, manalı bir yer bulunur mu Fransa'nın Lyon şehrinde?’’
‘‘Vi’’ diyor resepsiyon görevlisi: ‘‘Modern Sanatlar Galerisi verelim biz size...’’
Meğer otelle aynı yerde, hatta duvarları yapışık şekilde durmaktaymış Modern Sanatlar Müzesi.
Yalnız başıma gezmeyi severim ama sıcaktan düşüp bayılırsak filan, yanımızda biri bulunsun diye yancı aramaya başlıyorum. Kurbanım NTV'den Serkan Korkmaz oluyor.
* * *
Serkan'ı ‘‘Gel bak sana Galatasaray'ın sürpriz transferini söyleyeceğim’’ diyerek ikna ediyorum.
Otelden çıkıp, hakikaten 40 adım ötedeki müzeye ulaşana kadar tahminimce ikişer kiloyu su olarak vücuttan azat ediyoruz.
Serkan ‘‘Kimi alıyormuşuz usta?’’ diyor.
Ben sıcaktan dolayı şuurumu kısmen yitirdiğimden ‘‘Wim Delvoye’’ diyorum.
Serkan haklı olarak ‘‘O kim be?’’ diyor.
‘‘Hollandalı, ahşap çimento aletleri filan yapıyor’’ diyorum.
‘‘Abi iyi misin? İstersen suratına biraz su çarp, kendine gel’’ diyor.
Neyse, uzatmayalım, Serkan'a, aslında onu kandırdığımı, bütün amacımın Wim Delvoye denen arızalı insanın sergisini gezmek olduğunu söyleyip ekliyorum: ‘‘Beckham'ı alacaktık ama Real kaptı!’’
* * *
Gezmeye başlıyoruz Wim Abi'nin sergisini. Sergi salonunda bizi fantastik filmlerde frenleri boşaltmış profesörlerin laboratuvarlarında bulunan türden bir düzenek karşılıyor.
Belli ki bir işlem yürütülüyor. Makinenin önünden, sonuna doğru yürüyoruz. Ne işe yarıyor diye inceliyoruz. O dakika Serkan ‘‘Niha! Abi bu ne?’’ diyor.
Gidip bakıyorum ve bir ‘‘Niha!’’ da ben patlatıyorum.
Kıymetli okurlar, affınıza sığınarak söylüyorum, makine dışkı üretiyormuş. Meğer bütün o aletler, insan vücudundaki sindirim aşamalarını gerçekleştiriyormuş. Etkilendik tabii.
Hemen Serkan'la yan tarafa geçiyoruz. Aha! İşte meşhur ahşap çimento karma makineleri. Birebir ölçüde, ahşaptan yapılmış, üstünde klasik tarz mobilyalardaki gibi oymalar bulunan kitsch-ötesi makineler.
İnşaatlarda kullanılan küçüklerin yanı sıra, Wim Abi, kafayı kırıp, bir de kocaman çimento kamyonu oymuş ağaçtan. O da birebir ölçüde. Akıl alır gibi değil fakat, her şeyi yerli yerinde. Nasıl yapmış çözemedim vallahi.
Tam bu sırada Serkan yüzünde ‘‘Bıktım artık ben bu Wim Abi'den’’ ifadesiyle yanıma geldi ve takınabileceği en ciddi tavırla ‘‘Usta, bu adam sapık! Bu mekánı terk etmeyi öneriyorum’’ dedi.
* * *
‘‘Yahu adamın kafası biraz farklı çalışıyor işte, abartacak ne var?’’ dedim. ‘‘Gel abi, o zaman adam ne yapmış gör’’ dedi.
Salonun bir köşesinde küçük çerçeveler içinde kırmızı desenler dikkatimi çekmişti uzaktan. Ama gidip bakmamıştım. Gittim baktım, yine bir anlam veremedim.
Çerçevelerin içinde değişik otellere ait antetli káğıtlar, káğıtların üstünde de kırmızı boyalar var. Anlamadım. ‘‘Ne ki bu?’’ dedim.
‘‘Dikkatli bak’’ dedi. Yine anlamadım. ‘‘Abi adam poposuyla ilgili bir takım detaylar basmış káğıtlara ya, görmüyor musun?’’ dedi.
Dikkatli bakınca ‘‘Amanın!’’ dedim. Adam ya rujla ya da boyayla çok affedersiniz poposunu boyamış, sonra da kaldığı otellerin antetli káğıtlarına artık oturmuş mu, ne yapmış çözemedim ama bir şekilde kıçının resmini basmış. Kaba tabirle ‘‘kıçına kaş göz yapmış’’ yani.
Bu kadarı bana da yetti.
Manası nedir, niye bu modern sanat olmakta gibi soruları o salonda bırakıp çıktık. Ama ahşap çimento makineleri hakikaten çok güzeldi!