Muhalif kimliğiyle tanınan televizyon ve gazetecilerin (Banu Güven, Ruşen Çakır vb.) başlarına bu tür işlerin gelmesi “normal”(!) kabul ediliyor.
Peki ya Mehmet Altan ve Yiğit Bulut?
* * *
Yiğit Bulut görevden ayrılmasından sonra kısa bir açıklama yapmakla yetindi.
Bir ara Başbakan’a danışmanlık yapacağı söylentisi yayıldı ancak söylenti düzeyinde kaldı.
Mehmet Altan ise, Star’dan uzaklaştırılmasının ardından seri şekilde röportajlar veriyor ve sesini duyurmaya çalışıyor.
Mehtap TV’de AKP’ye oy verdiklerini duyurmuş olan, “liberal” kimlikleriyle tanınan Şahin Alpay ve Eser Karakaş’la yaptığı “Akıl Defteri” adlı programda da ayrılma sürecini özet olarak anlattı.
* * *
Mehmet Altan’ın Star’daki işini kaybetmesi yazdıklarını ve konuşmalarını yakından takip eden biri olarak benim açımdan sürpriz olmadı.
Daha önce de Mehmet Altan’ın Akıl Defteri’ndeki hükümet eleştirilerinden bu sütunda bahsetmişliğim var.
AKP’yi destekleyen yazarların çoğundan (belki hepsinden) farklı olarak can acıtabilecek, can sıkabilecek noktalara dokunuyordu.
Mesela “Niye 2010 yılı haziran ayı itibariyle, lojman sayısı 2009 yılının aynı dönemine göre 6 bin 392 adet arttı?” diye soruyordu.
Mesela “Japonya’da 10 bin, Fransa’da 9 bin makam aracı varken niye Türkiye’de 83 bin küsur araç var?” sorusunu yöneltiyordu.
Mesela “AKP Ankaralılaştı” eleştirisini getiriyordu.
Muhalif kabul edilen bir yazarın kaleme alması durumunda Başbakan’ın “Salı fırçası”ndan payına düşeni alacağı (kaldı ki kardeşi Ahmet Altan hem bu fırçalardan hem de tazminat davalarından payına düşenle mücadele ediyor) eleştirilerinin dozu ve sıklığı artıyordu.
Söyledikleri doğru olmasa bu kadar rahatsızlık yaratmazdı herhalde.
* * *
Peki niye işinden, köşesinden uzaklaştırıldı Mehmet Altan?
Bir talimatla mı?
ANF’ye verdiği röportaj yüzünden mi?
Star hakkında söyledikleri, yazılarının azaltılması veya başyazarlık payesinin Fehmi Koru’ya doğru uzatılmasından mı?
Belki biri, belki hepsi...
Bu soruya en iyi cevabı yine Mehmet Altan verebilir.
Vermiş de zaten.
Bağımsız internet gazetesi t24’den (
www.t24.com.tr) Hazal Özvarış’a verdiği röportajdan satırlar “cımbızlıyorum”.
Cımbızlamadığım kısımları da bir şekilde okumanızı tavsiye ederim.
Bir dönemin, bir medya fotoğrafının kafanızda netleşmesi bakımından...
* * *
“Çizgilerin başında, eleştiri yapmamak geliyor. Dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi. Ayrıca, yapılan olumlu icraatları alkışlamak da yetmiyor.”
“Bu zeminde konular ikiye ayrılıyor; ya CHP’yi ağır bir şekilde topa tutabilirsin ya da eskisi kadar olmamakla birlikte, askeriyeyi eleştirmeye devam edebilirsin.”
(“Neler yazılamıyor?” sorusu üzerine) “Örneğin, Şike Yasası... Van’da 70 bin kişi hâlâ bu soğukta çadırlarda yaşıyor... Mesela Deniz Feneri bir tabudur... Hrant Dink cinayetinin 5 yıl süren dava seyri, bu konuda üstünde şüphe olan bütün bürokratların terfi ettirilmesi ya da iktidar partisinden siyasete atılması... Bunların üzerine gidilmesini istemeyen bir ileri demokrasi olabilir mi?” Uludere gibi Türkiye tarihinin en trajik olaylarından birini medya görmezden gelebildi. Bu çok ürkütücü bir şey. Belli ki birisi düğmeye bastı. Demek ki biri, Türkiye medyası için düğmeye basabiliyor. O zaman, bunun tek parti rejiminden ne farkı var?
(“’Siyasi baskıyla ilan toplamak’ ifadesini açar mısınız?” sorusu üzerine) “Bir medya mecrasına normalde ilan vermeyecek olanların ya da iktidarın manyetik alanında olanların mecburen verdiği ilanları kastediyorum. Ziyan, böylece finanse ediliyor?”
“Mesela, Deniz Feneri hakkında bir haber bulacak olursanız eğer, bu ancak savunma düzeyinde bir yazı olur, haber olmaz. Bu konu, Uludere ve şike gibi bir tabudur. Hükümet neye kızıyorsa, oraya otosansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine ‘hükümet buna kızar, buna kızmaz’ anlayışı devreye giriyor...”
(“Müdahale nasıl gerçekleşiyor?” sorusu üzerine) “Birisi komiserlik yapmaya başladığı vakit yaşanıyor.”
“Genelkurmay Başkanı size karşı değilse, MİT kontrol altındaysa, o zaman ‘Niye kıpraşacağız, bize biat var’ anlayışı büyük tehlike doğuracak bir anlayış. Buna ister köpürsünler, ister köpürmesinler. Ben, rövanşist bir anlayış görüyorum. Çünkü temel mevzuat, 12 Eylül rejiminin yapısal konumu değişmiyor.”