Ahalinin "Güzel ve yetenekli piyanist" olarak tanıdığı bu hanımefendiye sabah sabah niye sinir oldum peki?
Filmlerde santrfüj efektiyle vurgulanan şekilde geriye dönelim...
*
Gün, Bulutsuzluk Özlemi şarkısı gibi başlamış: "Sabah oldu kalktım/ Elim boşa gidiyordu..."
Gelsin gazeteler... Taraf’ın arka kapağındaki Proust Anketi’ne geliyor sıra.
Günün cevaplayıcısı Anjelika Akbar.
Soru: "En nefret ettiğiniz ses?.."
Cevap: "İngilizce rap şarkılarının konuşma bölümleri."
Okur (Yani ben): Pardon, hatta pardone mua?
*
Nefret keskin bir duygu; Anjelika Akbar sanatçı, müzisyen.
Dünyadaki o kadar rahatsız edici ses arasından -beğenmese de- İngilizce rap parçalarının konuşma bölümlerini seçmiş olması ise trajik!
Ne yani? Şimdi P. Diddy, Eminem veya atıyorum Snoop Baba’nın menajeri gelse ve Anjelika Akbar’a "Ortak bir parça yapmak istiyoruz sizinle sultaniçem" diye teklif sunsa "Iyyy! Nefret ediyorum, git buradan, pis" mi diyecek?
Sanmam.
Bir müzisyenin müzikten nefret etmesini anlamam mümkün değil.
İşte böyle sinir oldum Anjelika Akbar’a.
Ama gün içinde dakikada 17 şeye sinir olup geçebiliyor ya insan, öyle bir sinirlenme.
Geçici, uçucu...
*
Sonra hayat evden çıkmayı ve postaneye gitmeyi gerektirdi.
Galatasaray’daki ’postaaane’ daha uzak. Ama İstiklal’de turlayıp ’bi kahve’ içerim, Kaktüs elemanlarıyla laflarım diye oraya yöneliyorum.
Daha da ileri taşınmış meğer: "Odakule’yi geçince, hemen 100 metre ilerde..."
Robinson senin, Sahaf Mustafa Bey’in dükkanı benim, Handan’ın kırtasiye dükkanı hepimizin (Can Yayınları’nın yanıbaşında, en güzel kırtasiyedir) şeklinde bir program yapıyorum kafamda.
Uygulanmaz mı bu program? Uygulanır...
*
Deform’a uğramayı akıl edip, güzeller güzeli bir Robert Johnson plağı bulmuş olmak özgüvenime tavan yaptırmış.
Bir ruh hastası gibi plağı öperek dolaşmak istiyorum.
Sevinç turumu taçlandırmak amacıyla Balık Pazarı’na, Aslı Han’a, sahaflara yönelmek en iyisi.
Yazlık sürpriz bir polisiye, ucuz yazılmış Nik Karter filan bakınıyorum.
*
Rastlaştığımız zamanlarda gülümseyip kafayı öne eğmek suretiyle selamlaştığımız bir sahaf hanımefendi var:
"Kanat Bey buyurun, bir çay için, biraz laflayalım..."
"Çay değil de, su süper olur; sıcak insanın şuuruna şuuruna çalışıyor dışarıda" diyerek kabul ediyorum daveti.
"N’olacak bu Aslı Han’ın halleri?" konu başlığıyla açılan muhabbet güncel meselelere geldi dayandı.
Ergenekon Hattı’nı kullanmamaya çalışıyorum ve lafı başka bir yoldan Anjelika Akbar’ın Proust Anketi’ne getirip bırakıyorum.
*
"Sizin en nefret ettiğiniz ses ne peki?" diye soruyor sahaf hanımefendinin arkadaşı olan hanımefendi.
"Cümle álem biliyor, bu da soru mu?" gibilerden bir hal geliyor üstüme ve o halde cevaplıyorum "İnşaat gürültüsü!"
Cevabıma destek tam.
*
Ve o dakikada soruyu soran hanımefendi hayatımda duyduğum en trajikomik hadiselerden birini anlatmaya başlıyor.
Hikayelerin beni bulmasına bayılıyorum...
Hanımefendi (Yakup’un karşısında üst katta bir meyhaneleri varmış) anlatmaya başladı:
"Erkek arkadaşımla Eminönü’ndeki hayvan satılan dükkanlardan birinde rastladığımız papağana acıdık ve kurtarmak için satın aldık.
Çok tatlı, çok mutlu bir papağan.
Ancak, çevredeki gürültülerden çok etkileniyor.
Son olarak, yan apartmandaki inşaatı dinleye dinleye kafayı bozdu ve matkap sesi taklit etmeye başladı.
Durduramıyoruz. Sürekli matkap sesi çıkartıyor..."
*
Başkaları hikaye anlatırken pek kahkaha atmam. Fakat bir Fellini filmi karesini andıran bu sahne kahkahayı patlattırdı.
Utanmasam "Nasıl yapıyor, n’olur bir taklit edin" diyeceğim.
"Bir de siren sesi çıkartıyor. Ambulans sireni, polis sireni, itfaiye sireni duya duya ona takıldı" diyerek hikayeyi taçlandırıyor hanımefendi.