Paylaş
Velvet Underground ile tanışmam mucizevi bir hadiseydi...” Yıllarca, kapağında Andy Warhol’un ‘muz çıkartması’nın yer aldığı albümü ilk dinlediğim günü düşünerek kurmuştum bu cümleyi.
Bunun ne kadar büyük bir mucize olduğunu gerçekten anlamam için, Brian Eno’nun artık o çok meşhur cümlesini okumam için yıllar geçmesi gerekti. O cümleye geleceğiz az sonra ama Velvet Underground’u ilk dinlediğim ana dönmem gerekiyor önce...
Şanslı bir çocuktum. Büyüdüğüm mahallede çok iyi müzik dinleyen ve bizleri seven ağabeylerimiz vardı.
Daha önce de bahsetmiştim yanılmıyorsam, plaklarına hayranlık beslediğimiz bir ağabeyimiz vardı; daha doğrusu bir arkadaşımızın ağabeyi.
Tanıdığımız ilk ‘uzun saçlı abi’ oydu. Bir süre yurtdışında okumuş, yaşamıştı.
Güzel bir abiydi; odasına girmemize, o müzik dinlerken yanında takılmamıza, hatta gösterdiği gibi ‘temiz’ şekilde kullanmamız halinde pikabını o yokken de kullanmamıza izin verirdi.
Yine de onunla beraberken müzik dinlemeyi seviyorduk; çünkü çoğunu aklımızda tutamasak da bazılarını taze zihinlerimize sünger gibi çektiğimiz hikâyeler anlatırdı şarkılarla ve müzisyenlerle ilgili.
“Kızlar güzel hikâye anlatanları sever, iyi dinleyin” diye takılırdı. Hepimizin bir dönem (bazılarımızın hâlâ!) uzun saçlı ve müziksiz yaşayamayan tipler olmamızda etkisi ‘büyüktür’ diyemeyeceğim; tek sorumlu o güzel abidir!
Küçük çıtırtıların ardından gelen distorsiyonlu gitarlara, yüreklerimizi, rüyalarımızı genişleten davullara vurulduğumuz şahane günler.
İşte böyle günlerden biri olmalı. Duvarlarında uzun saçlı başka güzel abi ve ablaların posterleri asılı o küçücük odada iki arkadaş oturmuş, abimizin seçtiği plakları dinliyoruz. Kapağında o yılların Türkiyesi’nin lüks tüketim maddeleri sıralamasında üst sıralarda yer alan ‘muz’ figürü bulunan plağı işaret ettik “Bu ne?” diye.
Yüzünden, anlamını daha sonra çözeceğimiz “Ağır gelir size çocuklar” ifadesi geçti ama kalktı, plağı zarfından özenle çıkartıp pikaba yerleştirdi.
Tatlı bir melodi ve o güne kadar duymadığımız bir kadın sesi (Nico elbette) kapladı atmosferi: ‘Sunday Morning...’ Hiç böyle bir şey dinlememiştik ve bir daha da dinleyemeyeceğimizi henüz bilmiyorduk.
Velvet Underground ve ‘şantöz’ Nico ile böyle tanıştık. Birkaç şarkı sonra sıkıldık ve istek yaptık: “Queen, Led Zeppelin filan dinlesek ya...”
Velvet Underground ve Lou Reed’in solo külliyatıyla tekrar bağ kurmam için ‘bunalım ve herkesin dinlediği şeylerden sıkılan, orijinal olma çabasındaki fena halde itici ergen’ yıllarımı beklemem gerekti; bir daha da ayrılmadık zaten.
Brian Eno’ya ve mucizenin gerçek anlamını kavradığım vaziyete gelelim...
Brian Eno, çok satan albümler yapmış bir müzisyen değil. Doğru tabirle ‘müzisyenlerin dinlediği müzisyendir’. Yine satmayacağı çok aşikâr (sanki umurundaydı babanın!) bir albümüyle ilgili konuşurken şu örneği vermişti:
“Lou Reed’le konuşurken, ilk albümlerinin beş senede toplam 30 bin sattığını söylemişti. O albümü alan 30 bin kişinin hepsi grup kurdu ve müzik yaptı...”
Bugün bile satışı bir milyonu bulmadı herhalde o harikulade albümün. Ama etkisi on milyonlarca albüm gücünde oldu.
Müzik tarihinin akışını değiştiren albümler sayılırken adını saymayanı ıslak odunla kovalarlar!
Mucize, o kadar az satmış bir albümü almış ve hap kadar kardeşlerine dinletmekten mutluluk duyan güzel bir abi olarak belirebiliyor insan hayatında gerçek anlamını Eno’yu okuduğumda kavradım sayılabilir.
Lou Reed’in ölüm haberini alınca sanırım pek çok hayranı gibi ‘muz kapaklı’ ilk albümle başlayıp ‘Transformer’ üzerinden ‘Magic And Loss’a, oradan da anıların peşinde nereye gidilecekse işte oralara uzanan bir geceye dönüştürdüm hayatı.
Birkaç gün sonra bir Amerikan gazetesinde gördüğüm haber, Lou Reed’in ölümünün ardından hem solo albümlerinin hem de Velvet Underground arşivinin satışının yüzde 400-500 arttığından bahsediyordu. Spotify aracılığıyla dinlenme oranı da yüzde 3 bin artmış...
Dünya döndükçe dinlenecek, ne kadar sattığıyla hiç alakası yok.
Şükranla, aşkla elveda...
Paylaş