Paylaş
Cuma gecesi itibariyle 28 dünya rekoru gördük 2012 Yaz Olimpiyatları’nda.
Benim açımdan da bir rekor gerçekleşti.
Yıllardır yaşattığım bir hayali, olimpiyatları yerinde izlemeyi, son haftasında bir şekilde başardım.
Hayatımın kalan kısmını boynumda görülmeyen, kayıtlara geçmeyen bir madalya ile geçirecebileceğim, ne mutlu bana! Tamamen bir turist olarak katıldığım olimpiyat günlerinde tuttuğum notları umarım ilginç bulan çıkar...
Londra’da bulunduğum günlerde Bolt’un rekorlarını alt üst edebilecek bir grup insanla tanıştım. Kısaca “Londra esnafı” diyelim onlara... Gide gele tanış olduğum Soho’daki lokanta sahibi Fransız Abi de, resmi plak tedarikçim olan Camden Town’lu eski punk da işlerin kesatlığından şikâyetçi ve 1 numaralı suçlu olarak olimpiyat oyunlarını gösteriyorlar. Bolt’u görseler, kovalayıp yakalayacak derecede sıkmışlar cıvataları. Temsili olarak tabii, yoksa Bolt’a özel bir uyuzlukları yok.
Şehir, otomobilin icadından bu yana böyle rahat trafik görmemiştir herhalde. Sebep? Alınan önlemler. Devlet de özel kurumlar da çalışanlara “Şehri boşaltın, Almanya’dan yüzmeye, Amerika’dan koşmaya, Kore’den tepik atmaya gelecek var” mesajı vermiş. Çalışanların büyük bölümü yıllık izinlerini olimpiyata denk getirmek durumunda bırakılmış, geri kalanların da çoğuna “Evden çalış anacığım. Oooh, ferah, ferah, ortada gezinme” denmiş.
“Britanya ahalisi en hassas, en ince duyguların insanıdır” demek pek mümkün değildir. Ben severim o mesafeli ve net hallerini ya, neyse. Ancak olimpiyat bir incelik, bir kibarlık, bir yardımseverlik havası oluşturmuş ki; ürktüm. Havaalanından itibaren koluna yapışıp “Yardım edeyim” diye kendini paralayan gönüllülere “Sağol tatlı ablacım, sağol güzel abim” şeklinde sempati beslesem de içimden “N’ettiler size böyle, zombi gibi olmuşsunuz tövbe estağfurullah!” çekmeyi de ihmal etmedim. Hayır, orijinal hallerini bilmesek neyse. Benim bildiğim Britanya bu insani ısınma sürecinin ardından on yıllarca sürecek bir doğal donma aşamasına geçiş yapar.
Bilet bulmak kendi içinde bir mucize. Normal tabii, çıkar çıkmaz tükendi, çok az var ortalıkta. “Britanyalılar melek olmuş, pamuk olmuş” derken “Ooo Kanat Abi, buyur sana bilet” diyecek derecede de değil elbette. Büyük uğraşlar neticesinde Merve Aydın’ın sakatlanıp ağlayarak tamamladığı (birinci bu kadar alkışlanmadı bu arada, helal olsun) elemelerin olduğu sabah atletizme bilet buldum. “Muhteşem” lafını salataya sos gibi kolayca kullanmam ama Olimpik Park hakikaten muhteşem olmuş. Oyunların ardından bu devasa alanın ne olacağı da belli. Kimi tesisi sökecekler, kimini taşıyacaklar, kimini küçültecekler. Oyunculara madalya töreninde verilen çiçekler var ya, onlar bile bu alanda yetişiyor. Etkilenmemek mümkün değildi.
Britanya, tarihinin en başarılı oyunlarından birini tamamladı. Haliyle halk da mutluluktan havalara uçmuş vaziyette. Nasıl geldi peki bu başarı? Kulağımıza küpe olsun diye rakamlarla konuşayım. 1996 Atlanta’da Britanya sadece 1 altın madalya kazanmıştı. Dün baktığımda 25 altını bulmuşlardı. 1996’dan bu yana amatör ve elit sporculara toplam 6 milyar dolar yatırım yapılmış. Sadece parayla olacak iş değil elbette. Ancak iyi bir spor politikası (hamaseti geçiniz!), doğru program, iyi hocalar ve ne yaptığını biraz bilmek gerekiyor.
Otelde sabah haberlerini seyrederken harika bir istatistiğe denk geldim, sizden mi esirgeyeceğim? Malum, madalya alan sporcular (kaybedenleri saymıyorum) duygusal bir patlama yaşıyor ve ağlayabiliyor. Ben olsam ben de ağlardım, ne mutlu onlara. Oturup hesaplamışlar en çok kim ağladı diye. Kürsüye çıkanların yüzde 16’sı ağlıyor. Birincilik yüzde 40’la Britanyalılar’da. En az ağlayanlar ise Çinliler, sadece yüzde 7’si ağlamış. Çinliler bir başka alanda açık ara birinci ama; ulusal marşa eşlik etme konusunda. Yüzde 92’si ulusal marş çalarken bir şekilde söylüyor. Amerikalılar için bu oran yüzde 44, Britanyalılar için de yüzde 61.
Gelelim Türkiye’ye. 2020’yi umarım alırız. İstanbul’a olimpiyatın çok yakışacağını düşünenlerdenim ve her türlü itiraza itiraz edebilecek güçteyim. İtiraz dalında bir altın madalyam olabilir mesela, ne güzel... Kadınlarımız ilk madalyayı bundan sadece 20 yıl önce 1992’de Barselona’da judocumuz Hülya Şenyurt’la kazanmıştı. Bu yıl kazandığımız 5 madalyanın 3’ü kadın sporculardan geldi. Kızlarımıza lütfen daha çok yatırım yapalım, sonuçlarını görüyoruz.
Olimpiyatlar bugün sona eriyor. Umarım perde 2020’de İstanbul’da açılır...
Paylaş