Müzikle alakası olmayan birini çevirip ‘Live Aid, Live 8 ve Roskilde’ dediğiniz anda tepkisi ‘Allah şifa versin’ olur herhalde. Ama merak etmeyin ne demek istediğimi açıklayacağım.
Yıl 1985. Müzik dinlemenin bugünkü kadar kolay olmadığı bir yıl. Şimdi burada bir eski palto/ceket metaforu yaratıp ‘Dedemin taş plaklarından kaset hazırlardı annem, biz onları dinleyerek büyüdük’ noktasına getirmeyeyim olayı.
Fakat, bazı toplulukları sadece fotoğraflarından biliyoruz filan. İstediğimiz müziğe ulaşmak bugünkü kadar kolay değil.
Bu durumdayken, sevdiğimiz ve merak ettiğimiz sanatçıların canlı performanslarını ancak rüyamızda görebiliyoruz. Belli bir yaşa kadar seyrettiğim tek konserin İzzet Öz’ün ‘Teleskop’unda parça parça verdiği Simon & Garfunkel konseriyle, Avrupa maçları arasında TRT’nin yayınladığı dandik marka Alman pop müzik programları olduğunu söylemeliyim.
*
Sonra 13 Temmuz 1985 geldi. O günü yaşayanların asla unutamayacağı bir tarihti bu. Çünkü, Bob Geldof’un önderliğinde dünyanın o güne kadar görmediği büyüklükte bir konser düzenleniyordu: Live Aid!
ABD ve İngiltere’de eşzamanlı gerçekleştirilen konserlerde sahneye çıkacakların isimlerini okumak bile baş döndürücüydü: Queen, Ultravox, Boomtown Rats, Sting, Paul Young, U2, Pretenders, David Bowie/Mick Jagger, The Who, Bob Dylan... Aklınıza kim gelirse işte.
Veee, TRT bu hadiseyi yayınlıyordu.
Hakiki manada rüya gibi bir şeydi işte...
*
Bugün evimde Live Aid’in DVD’si var. Hatta o tarihlerde televizyondan seyrettiğim toplulukların büyük bölümünü canlı olarak seyretme imkanım da oldu sonraki yıllarda. Şanslı bir müzikseverim, hep söylerim zaten.
Aradan 20 yıl geçmesi tabii ki sinir bozucu, fakat 2005’e geldik ve bugün yine Bob Geldof liderliğinde ikinci Live Aid yapılıyor. Bu kez adı Live 8.
Konser yine görkemli, konserin mesajı yine çok kuvvetli.
6 Temmuz’da G8 toplantısı var. Sekiz ülkenin başkanı toplanacak. ‘1 odada toplanacak 8 adamın alacağı bir karar, her gün fakirlikten kaynaklanan nedenlerden, açlıktan ölen 30 bin çocuğun kaderini değiştirebilir!’
Bu sekiz adam, bazı ülkelerin borçlarının silinmesi kararını alabilirse mesela, her gün 30 bin çocuk ölmeyebilir.
Böyle yazıldığı kadar kolay değil, işin detayı çok ama böyle de özetlenebilir.
Bunun için 10 ülkede 100 sanatçı sahneye çıkacak bugün. Türkiye’de NTV’nin yayınlayacağı konseri tüm dünyada 2 milyar kişinin izlemesi bekleniyor.
Dünyanın en önemli isimlerini saatlerce izleyebileceksiniz...
*
Peki ya ben?!
İşin enteresan tarafı burada başlıyor zaten.
Live 8’in Londra ayağına bizzat katılmayı çok isterdim. Fakat tam ben bunu tasarlarken, bundan 2 yıl önce Danimarka’da Roskilde Festivali’ni takip eden takımın yeniden toplandığını öğrendim.
Teklif cazipti. Roskilde en iyi festivallerden biri. Bu sene Audioslave, Bloc Party, Velvet Revolver, Interpol, Athlete, Foo Fighters, The Raveonettes, Brian Wilson, Röyksopp gibi tipler var.
Ve tabii Black Sabbath var. Black Sabbath’ı ayrıca belirtme sebebim, sahneye Ozzy Osbourne’lu kadroyla çıkacak olmaları.
Tam ben Roskilde havasına girmişken, ‘Belki cumartesi arada Live 8 seyredeceğim bir pozisyon yaratırım’ diye düşünürken, gazeteden ‘Gitmiyor musun Live 8’e?’ şeklinde sinir uçlarını düğümleyici bir soru geldi.
Pasaport o sırada vize için konsoloslukta olmasa sinir krizi geçirebilirdim.
Neyse ki elim kolum bağlıydı pasaport hadisesi yüzünden. Yoksa ‘Live 8 mi, Roskilde mi?’ sorusu karşısında herhalde zaten çok parlak olmayan aklımın önemli bir bölümünü de kaybedebilirdim.
*
Sonuç: Siz Live 8 seyrederken ben Roskilde’de olacağım. Belki o gün Kopenhag’a kaçıp televizyondan Live 8’e de takılırım. Ama siz işin Roskilde kısmını merak etmeyin. Haftaya bir aksilik olmaz ise, burada size festivali anlatırım nasıl olsa. Bir de genelde böyle konserlere, festivallere gittiğimde içimde bir suçluluk duygusu olur, ‘Kıskanmayın...’ derim ya, bu sefer kıskanmanıza gerek yok. Ben Roskilde’deysem, siz de Live 8 seyrediyor olacaksınız. Yani pekala ben de sizi kıskanabilirim...
SENSİN NATAŞA!
Salı sabahı Topesto’nun telefonuyla uyandım. Acayip bir durum olduğu belli. ‘Şu kanalı aç çabuk!’ dedi. Uyku sersemi emre itaat ettim ve bahsettiği kanalı açtım.
Hakikaten enteresan bir şeyler olmakta ama o saatte algılar normalden yavaş çalışıyor. Bir kere bazı kızlar tarafından anlamadığım dilde bir şarkı söylenmekte.
İkincisi, klip olduğunu umduğum görüntülerde de acayip bir hava var. Elinde kokteyl bardağı bulunan bıyıklı ve kıromatik bir arkadaş var. Sonra şarkıyı söyleyen kızlar...
Adam bunları taciz ediyor. Sonra bir kadın gelip adamı dövüyor ve motosikletle götürüyor.
*
Meğer hadise şuymuş: Haklı olarak kendilerine ‘Nataşa’ şeklinde isim takılmasından ve Türkiye’de tacize uğramaktan bıkan bir Rus kız grubu ‘Sensin Nataşa!’ diye bir şarkı yazmış.
İHA’nın geçtiği habere sonra ulaştım.
Şarkının sözleri şöyle:
‘Güney denizlerinde yaşarlar sıcakkanlılar
Kendi kızlarından hoşlanmaz bize bakarlar
Herkesi Nataşa diye çağırırlar
‘Buraya gel’ diye bağırırlar
Sakın kabul etme felaket olur
Sensin Nataşa!
Git plajında kendi kendine oyna
Kendi masajını kendin yap’
*
Sen gayet yüzsüz bir şekilde başka bir ülkenin kadınlarını sürekli aşağılayacak şekilde davranırsan ‘Oy Nataşa Nataşa, koydun beni ataşa’ gibi şarkılar yazarsan, bir gün onlar da çıkar ve seninle böyle dalga geçerler.