Paylaş
HAVA çok güzel ve ben işi şahane bir şekilde asmışım.
Beylik deyişle ‘‘Yıllık iznimin bir bölümünü kullandığım için yazılarıma bir süre ara vermişim.’’
Yalan.
Ama ‘‘Arkadaşımız sizin daralmakta olduğunuz şu dakikalarda ense yapıyor’’ diye de yazılmaz.
Ayıp olur.
Fakat var mı, ense yapıyorum işte.
Bazılarına tuhaf gelmesine rağmen, söz konusu izni evimde geçiriyorum.
Bütün gün geniş geniş yatıp film seyrediyorum.
Sosyal ilişkilerim sabahları bakkalla yaptığım telefon konuşmasıyla sınırlı.
Bir de üşenmezsem Simurg'a gidip kedilere, kitaplara bakıyorum.
Zaman savurganlığı yapıyorum.
Size de tavsiye ederim.
Çok güzel oluyor.
***
Hiçbir şeyle ilgilenmemek, hiçbir şeye sıkılmamak, endişe duymadan, kanepedeki yastık kadar sakin yatmak ayıp belki.
Fakat ayıp şeyleri sevmediğimizi kim söyledi.
Beni sıkan tek şey, kanepede yattığım yerden dışarı bakınca gözüme takılan kuş pisliği.
Camda öylece duruyor.
Pencere standartları fazlasıyla aşan bir boyutta.
Yani öyle ‘‘Al eline bezi, sil’’ yapamıyorsun.
O kuş (büyük ihtimalle martı) nasıl becermiş o işi bilemiyorum.
Tuhaf leke ile beraber yaşayamayacağımız belli.
Derhal yok edilmesi gerekiyor.
Birden aklıma yıllar önce Sirkeci'de gördüğüm mucizevi cam silme dalgamatresi geliyor.
Biriktirdiğim bütün enerjimi topluyor ve evden çıkıyorum.
***
'Ense Operasyonu' bitene kadar otomobile binmeme konusunda karar almışım.
O kararı uyguluyorum ve delikanlı gibi yürümeye başlıyorum.
Hava o kadar güzel ki.
Ve insanların boş boş dururken yapabildikleri o kadar çok şey var ki.
Köprü'nün üstünde bir kalabalık toplanmış.
Belli ki enteresan bir tezgah var.
Ben de kitleye katılıyorum.
Adamın biri tuhaf desenler yaratan bir düzenek satıyor.
Ben ilkokul sıralarındayken de vardı.
Hani büyük bir dairenin içine daha küçük bir daire yerleştirirsiniz.
Dişliler sayesinde küçük ve büyük daire bütünleşir.
Sonra kalemi küçük dairenin üstündeki deliklerden birine sokup çevirmeye başlarsınız.
Böylece gayet simetrik ve gayet manasız bir sürü desen oluşturursunuz.
500 bin liraymış.
Dayanamadım aldım.
Ne yapacağım onu bilmiyorum.
Belki bir gün sergi açarım desenlerimle.
***
Herkes birşeyler satıyor.
Beni en çok şaşırtan 10 paket kağıt mendilin 350 bin liraya satılması oldu.
Sizce de fazla ucuz değil mi yahu?
Neyse bir ara kendimi posta kutusu satan bir tezgahın önünde buldum.
Adam resmen yere tezgah açmış posta kutusu satıyor.
Millet de soruyor, ‘‘Kaç para?’’ diye.
Kriz döneminde insanlar niye posta kutusu alır.
Veya nasıl güzel bir girişimci ruhtur bu?
Piyasanın böyle bir talebi olduğunu nasıl düşünebilmiştir o şahane arkadaş?
İnsan bir anda, o tezgahı görünce, bilinçaltında ‘‘Ben posta kutusu almalıyım. Almalı ve biricik evimin kapısına bu çirkin nesneyi sabitlemeliyim’’ türü bir fışkırma mı olur?
Bilim adamlarımıza bırakıyorum bu dilemmayı.
***
Uzatmayayım, hedefimiz belli.
Çift taraflı cam sileceği alınacak.
Çok kararlıyım bu konuda.
Gözümde sürekli pırıl pırıl bir cam ve camın yanında elimde çift taraflı cam sileceğimle gururlu bir ifadeyle poz verişim canlanıyor.
Bu güçle muhteşem Tahtakale sokaklarında kayboluyorum.
Cam silme dalgamatresini bulana kadar, 'sarımsak ezme aleti', '100 gr. taze çekilmiş kahve', elbise askısı, 'tasarruflu ve desenli gece lambası', 'el şeklinde tahta sırt kaşıma hikayesi', 'Pikachu desenli mutfak önlüğü', 'Chucky'nin Gelini filminin VCD'si' gibi son derece pratik ve faydalı şeyler aldım.
Ben ne aradığımı biliyorum fakat bunu esnafa anlatmak uzun sürüyor.
‘‘Hani böyle iki taraflı, arada da galiba mıknatıs var. Camın iç tarafını siz silerken, diğer taraftaki silecek de senkronize bir vaziyette dış tarafı hallediyor. Var mı sizde ondan?’’ diye soruyorum.
Adamlar kısaca ‘‘Biz öyle bir alete aşina değiliz’’ diyor.
En sonunda bir tanesi ‘‘Bizde kalmadı’’ diyor.
Ben ‘‘Nerede kalmıştır?’’ diye soruyorum.
Şu sokağa bak diyor.
Tam o sokağa hareketlenecekken, hoop geri dönüp, ‘‘Siz ona kendi aranızda ne diyorsunuz?’’ diye sormayı akıl ediyorum.
‘‘Mıknatıslı camsil de, anlarlar’’ diyor.
Hakikaten de anlıyorlar.
Esnafla aynı dili konuşmak, açıklanamaz bir şekilde benim için bir gurur vesilesi oluyor.
Böyle bir Tahtakale erbabı havası geliyor üstüme.
Çocuk dükkanın arka tarafında, tuvalet fırçalarının altında bir süre zemin etüdü yaptıktan sonra bir kutuyla çıkıp geliyor.
Üstünde İngilizce ve Çince yazılar var.
Mal ‘‘Ben tel maşayım’’ diye bağırıyor.
Fakat benim onu almamam imkansız.
Gemiler yakılmış vaziyette yani.
‘‘Magic Glass Cleaner’’ nam, bu dandik alete 7 milyon lira gibi Tahtakale ortamında astronomik bir rakam ödeyip eve dönme kararı alıyorum.
Yeni Cami'nin arkasındaki açık hava kahvelerinden birinde biraz oturup, bir çay içerken mucizevi cam silme dalgametresini inceliyorum.
Mıknatısı kuvvetli gibi ama aramızda bir güven ortamı oluşmuyor bir türlü.
***
‘‘Önyargıyla bir yere varılamaz’’ deyip uzun yürüyüşüme başlıyorum.
Eve girer girmez, hemen aleti kutusundan çıkarıyorum.
Süngerli kısımlara bol bol camsil döküp aleti büyük cama yerleştiriyorum.
Bir iki acemi denemenin ardından, birbirimize ısınıveriyoruz.
Bir ara dışarıdaki ve içerideki cam sileceklerine isim takmayı bile düşünüyorum hatta.
Sonra ‘‘Sen hakikaten sıyırdın balataları’’ deyip, isim takma işinden vazgeçiyorum.
Magic Glass Cleaner ile gayet uyumlu bir şekilde kuş pisliğinin bulunduğu noktaya doğru ilerliyoruz.
Tam o noktaya ulaşacakken ‘‘trınk’’ gibi bir ses çıkıyor ve dışarıdaki silecek aşağı uçuyor.
Gözlerime inanamıyorum.
Uçtuğu yerden onu almam için itfaiyeyi filan aramam lazım.
Fakat irade başka bir şey arkadaşlar.
Bu fena gelişme karşısında moralimi zerre kadar bozmuyorum.
Hemen bir bez alıyorum kararlı bir şekilde.
Camdan sarkıp hayatımı tehlikeye atarak (biraz abartıdan kimseye zarar gelmez) camı manuel yöntemle siliyorum.
Sonra kanepeme dönüyor, tertemiz camıma bir kez daha bakıyor ve hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum.
Artık ‘‘Tatilde ne yaptın?’’ diye soracak arkadaşlara bir cevabım var.
‘‘Cam sildim!’’
Paylaş