Paylaş
Tabunuz varsa tabunuzu, önyargınız varsa önyargınızı kapının dışında bırakırsanız işimiz kolaylaşır.
Hazırsanız başlayalım.
Gazeteden gelen postanın içinden, Almanya’dan yollanmış bir CD çıktı: “I Love Kurdish Music”
Kapak dizaynı “kalanmüzik style” şeklinde özetlenebilir.
Şık, müzik marketlerin World Music reyonlarını işaret eden bir estetik çizgide.
Albümü bir süre dinlemeden inceledim.
Ahmet Kaya, Aynur Doğan, Norveçli güzel cazcı ağbimiz Nils Petter Molvaer ve müziğine çok hakim olmasam da şöhretini iyi bildiğim Şivan Perwer tanıdığım
isimler. 18 şarkı var. Bu kadar.
Albümü öteledim. Dinlemedim.
Niye?
* * *
İşte bu sabah ben de bu rahatsız edici soruyla uyandım: “Niye dinlemiyorum ben bu albümü?”
Aslında cevabım gayet ukalaca ve basit: Anlamadığım dillerde yapılan şarkıları dinlemiyorum.
İstisnalar dışında Fransızca da dinlemiyorum, Almanca da, İspanyolca da, Arapça da...
O zaman sorarlar adama...
Eh peki, daha bu yaz Tinariwen konserinde kendini kaybeden kimdi?
Sen değil miydin hiç bilmediğin dilden, çölden gelmiş şarkılara takılan, Tinariwen’den başka şey dinlemez hale gelen?
O zaman “Anlamadığım dilde şarkı sevmem ben” saçmalığını unut!
Önyargın mı var peki?
Kürt müziği dediğinde konjonktürel dalgalanmalar mı yaşanıyor içinde?
* * *
İzninizle içimdeki sese “Ulan ne pis muhafazakar bir herifsin sen bazı konularda?” diyerek haddini bildirmek ve esas konuya dönmek isterim.
Kürt müziği denildiğinde aklıma ilk gelen, Latif’le beni Van-Mardin arasında gezdiren şoför arkadaşımız Şaban’ın halay kasetleriydi.
Dağ/taş, dere/tepe seçim nabzı ararken iyi bir fon oluşturuyordu hayatımıza.
Bunun dışında Kürt müziği ile ilgim?
Sıfıra yakın.
Ancak birkaç şarkı duymuşumdur.
Eh bu da herhalde Kürt müziğinin ve bu müzikle uğraşanların değil benim hatamdır.
Albümü dinlemeye başlarken halaylar ve uzunhavalar ve ağıtlardan öte beklentim yoktu.
Ne ayıp! Kendimden utanıyorum.
* * *
Ahmet Kaya’nın “Karwan”ıyla başlıyor albüm. Bildiğimiz Ahmet Kaya, bildiğimiz bir şarkıyı Kürtçe söylüyor. “E, güzel de ne var bunda yani?” demeye kalmadan Nils Petter Molvaer ile Nizamettin Arıç’ın masalsı “Leaps and Bounds”u başladı.
Nusrat Fatih Ali Khan ve Eddie Vedder’ın “Dead Man Walking”in soundtrack’i için yaptıkları parçayı andırıyor.
Sonra Semi’nin şarkısı “Nana.”
10 numara modern pop. Semi’nin sesi 70’lerde müziğe adım atan şarkıcıların ilk şarkılarındaki tedirginliği taşıyor. İlginç bir tonu var ve şarkısı akılda kalıcı.
Albümün içinde ilerlemeye başlayınca çok zengin bir müzik skalasında gezindiğimi fark ettim. Önyargılarımdan birinin daha gözünü morartmak istedim.
Caz, R&B, hip-hop, rafine pop, sağlam DJ/vokalist ortaklıkları...
Kürt müzisyenler oryantal kökleriyle modern standartlar arasına köprüler kurarken cesaretle hareket etmişler.
Suna Bar etiketiyle çıkan albümdeki şarkılar neden bahsediyor, hiçbir fikrim yok. Fakat müziğin dili evrensel. Arada Türkçe de söylense, İngilizce de söylense, direkt bana da söylense dinleyemeyeceğim tarzda şarkılar da var elbette. Ama sayısı az.
Mesela ‘Yaylalar Yaylalar’ beni hiçbir ihtimalde açmaz, bilmem anlatabildim mi?
Genel hatlarıyla “Asmalımescit Babylon Tarzı” diyebileceğimiz bir sound çevresinde gelişyor olaylar.
Madame Rose tarafından hazırlanan albümle ilgili detay herhalde www.suna-bar.com adresinden edinilir.
18 şarkılık albümden 6 veya 7 tanesini mobil müzik dinleme cihazına indirdim.
Bir önyargımı daha yıkıp içimdeki muhafazakara karşı bir piyon daha kazandığım için mutluyum. İlgilenecek olanlar için iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Paylaş