İstanbul bir süredir yılın her dönemi ünlü isimlerin turne programlarına dahil ettikleri bir şehir oldu. Eskiden 40 yılın başında çeşitli vaatlerle yalvara yakara getirilirdi büyük isimler.
Gelenler döndüklerinde arkadaşlarına anlattılar, İstanbul’da bu işin gayet güzel yapılabildiği zamanla kabul edildi ve bir zamanlar adını sayarken bile ayağa kalktığımız isimler ikinci, üçüncü turlarını yapmaya başladılar.
Önümüzdeki dönemde Roger Waters, Whitesnake, Morissey, Black Eyed Peas, The Cardigans, Depeche Mode ve daha nice isim gelecek memlekete.
Gelenlere de, getirenlere de teşekkür etmek gerekiyor.
Konserlerin sayısı ve niteliklerindeki yükselme, seyirciyi de etkiler diye ümit ediyorum.
"Seyircinin ne problemi var?" diyeceksiniz.
Bir kere konserlere gidenlerin kafası daha rahat olacak. Ne tür dinliyorsa ona yakın bir konser seçip gidecek.
Zaman içinde, konser azlığı yüzünden, gelen sanatçıyla bir alakası olmasa da her konsere gitmeye çalışan bir kitle oluştu.
Massive Attack, Buena Vista Social Club, Roni Size, Bryan Adams, Sting, Lou Reed, Dave Holland, Chicks On Speed ve The Stooges’ı aynı anda seven bir müziksever olmaz mı olur?
Fakat bütün bu isimlerin konserine birden gidene -eğer bir görevi filan yoksa- en hafifinden "Zevksiz" derler başka memlekette tahminimce.
Yukarıda saydığım isimleri dinleyene "Zevksiz" denmez, rica edeceğim hemen atlamayın. Hepsinin birden konserine bilet alıp gidene ve çıkışta da "Harika konserdi" diyene pek sağlam gözle bakılmaz; onu söylüyorum.
*
Bu konser bolluğunda sorun çözülecektir diye umuyorum. Dileyen Whitesnake konserine gider böbrek taşlarını dökene kadar azar, dileyen Caz Festivali programından sakinleştirici bir konser seçip huzur insanı olur.
Bir de küçük ricam olacak... Misafirperverliğimize laf yok; alkış arsızı yapmak konusunda da rakip bulamayız kendimize...
Big Band trompetçisinin bile aldığı alkış sonrasında ortalıkta Miles Davis gibi dolaştığını görmüşlüğümüz vardır.
Belki bu konser bolluğu sayesinde "İyi sanatçı da kötü konser verebilir" gibi bir ihtimalin de bulunduğunu anlamamız mümkün olur.
*
Konserlerle ilgili başka bir şey söyleyecektim ki laf kendine istikamet belirlemiş bu arada...
Bir süredir değişik bir konser formatı dikkatimi çekiyor Büyük Britanya’da. Başka yerlerde de yapılıyordur belki fakat ben sürekli Londra’daki konserlerden haberdar oluyorum.
Bu konser formatı şöyle bir şey oluyor arkadaşlar... Bir topluluk veya bir sanatçı, sahneye çıkıyor ve daha önce yaptığı, hayranları tarafından da çok sevilen bir albümü baştan sona yeniden çalıyor.
Mesela Green On Red, Londra’daki Koko’da en sevdiğim albümlerinden biri olan "Gas Food Lodging"i baştan sona çalacakmış 18 Temmuz’da.
Başka topluluklar da var. Tortoise "Millions Now Living Never Die"ı, Low "Things We Lost In Fire"ı aynı şekilde çalacakmış.
Sanırım ileride albüm olarak da bulabiliriz.
Albümleri bir döneme, bir ruh haline düşülmüş notlar olarak görmek faydalı bir düşünce tarzıdır.
Bildiğimiz manadaki konserlerde, sevilen albümlerden seçilmiş ve çoğunluğun beğendiği şarkıları çalınır normal olarak. Fakat sevdiğiniz bir grubun sevdiğiniz bir albümünü yıllar sonra onlardan canlı olarak yeniden dinlemek hakikaten süper fikir.
MFÖ’nün tercihen akustik olarak "Ele Güne Karşı"yı yeniden yorumlamasını isterdim özel bir konserde açıkçası. Başka albümlerini sevmediğimden değil ama MFÖ dendi mi benim aklıma hálá sadece o albüm geliyor...
Lütfi Kırdar’da mesela. Süper olmaz mıydı?..
Babalar ve Oğulları
Siz durumu çakmamış olabilirsiniz fakat bu hafta yerim biraz daha geniş. Bu hafta toplam sayfa alanına göre bir sütun, üç santim daha fazla yerim var.
Hiç küçümsemeyin bence, bu da kendince büyük bir alan sayılır.
Yerinin azıcık fazla olması bile yazı yazan kişide "Yerim rahat... Artık hayat hikayemi anlatabilirim" etkisi yaratır.
Bu tuzağa düşmemeye çalışırım genellikle fakat şu anda ben bunları yazıyorsam, sizin de bu satırları okuyacağınızı varsayarsak, ben de gaza gelmiş yazar durumuna düşüyorum.
Kısa kesip size bir adet liste vereyim bu hafta bonus olarak.
Listemiz futbolla ilgili. Malum, önümüz Dünya Kupası. Futbol meraklılarına geyik malzemesi olabilecek bir liste vereyim dedim: "Dünya Kupası’nda Oynamış Babalar ve Oğulları."
Kaynağımız, Will Fotheringham’ın hazırladığı "Fotheringham’s Sporting Trivia." Parantez içindekiler, oyuncuların hangi yılki kupada oynadıklarını gösteriyor.
Martin Vantoira (1934) - Jose Vantoira (1970)
Roger Rio (1934) - Patrice Rio (1978)
Domingos Da Guia (1938) - Ademir Da Guia (1974)
Mario Perez Sr. (1950) - Mario Perez Jr. (1970)
Vicente Asensi (1950) - Juan Manuel Asensi (1978)
Cesare Maldini (1962) - Paolo Maldini (1990-2002)
Manuel Sanchis Sr. (1966) - Manuel Sanchis Jr. (1990)
Jean Djorkaeff (1966) - Youri Djorkaeff (1998-2002)
Anders Linderoth (1978) - Tobias Linderoth (2002)
Cha Bum-Kun (1986) - Cha Doo-Ri (2002).
Sağ serbest, solda mezat var
Simurg Müzayedeleri’nin dördüncüsü bugün saat 15.00’te Taksim Lamartin Caddesi’ndeki Lion Hotel’de yapılacak.
Kitap meraklılarının, kitap alınan bir dükkandan öte gördükleri Simurg’un bu müzayedesinin başlığı "Sağ serbest, solda mezat var!"
"Kırmızı" kapaklı müzayede kataloğunu şöyle bir karıştırınca, başlığın sırrını çözüyorsunuz. Bir bölümü Türk Solu’nun mühim isimlerinin imzalarını taşıyan sol yayınlar satışa çıkacak müzayedede.
Aziz Nesin, Zekeriya Sertel, İsmail Beşikçi, Çetin Altan, Kemal Sülker, Rıfat Ilgaz, İsmail Cem, Uğur Mumcu, Doğu Perinçek, Hasan Hüseyin gibi isimlerden imzalı kitaplar, dönem dönem yasaklı hale gelmiş sol yayınlar, afişler ve dergiler ağırlıkta müzayedede. Resim, gravür veya sol yayın dışında kitaplar da var fakat belkemiğini bu tür yayınlar oluşturuyor.
Kataloğu incelerken kendi kendime "Yahu bırak kitapları, bu kataloğu evde bulundurduğun için bile hapse girerdin herhalde 15 yıl önce filan" dedim...
Konuyla ilgilenenler www.simurg.com.tr’den müzayede kataloğuna bakabilir. Ama imkanınız olursa bir adet müzayede kataloğunu da bizzat edinmeye bakın bence.
Çünkü bu katalog ileride müzayedelik olur; bunu da söylemiş olayım.