Paylaş
GÜN ışığına çıkamamış başyapıt nedir, ne demektir iyi bilirim...
Henüz ilkokuldayken karar vermiştim bir ansiklopedi yazmaya...
8 yaşıma kadar edindiğim “bilgeliği!”, “deneyimleri!”, ve “engin tecrübeyi!” paylaşmaya karar vermiştim insanlıkla!
Elbette rahat okunan bir ansiklopedi yazacaktım. Okuyucu matematik gibi, fizik gibi, kimya gibi “bazı maddelerle” meşgul olmayacak, Tommiks Tarihi, Zagor’un Denizde Geçen Maceraları’na Giriş, Kızılmaske ve Yaşadığı Coğrafya gibi daha ilginç konularda aydınlanma imkânı bulacaktı.
Aslında “benim için küçük insanlık için büyük” bu kültürel hamleyi yapmak için her şey hazırdı.
Bir harita metot defter alıp, ilk sayfasına “A” yazıp, bir süre sonra sıkılıp sokağa çıkana kadar başında bekledim hatta.
Yazdığım bazı abuk sabuk maddeleri içeren o defteri kaybedeli çok oldu.
İnsanlığın bu eserimden mahrum kalacak olması karşısında şu anda şoka girdiğini tahmin ediyorum!
Ama haklı olarak “Aman kardeşim, bana ne senin çocukluk başyapıtından? Kaybolsa ne olur, kaybolmasa ne olur?” diyecek olanlarınız da çıkacaktır.
O zaman başka kayıp kitaplardan, başyapıtlardan söz edelim, bir de öyle deneyelim...
*
Alexander Pechmann, ömrünü dünya edebiyatı alanında bir arkeolog gibi geçiren kıymetli bir şahsiyet.
Unutulmuş, çalınmış, yasaklanmış, vazgeçilmiş, imha edilmiş, otoritenin, baskı rejimlerinin gadrine uğramış, gizlenmiş kitapların peşinde geziyor.
Edebiyatın dev isimlerinin bazı eserlerinin nasıl yok olduklarına veya hayatta kalabildiklerine dair enfes, gerçek hikâyeler anlatıyor.
Mesela o yıllarda hayatını muhabirlik yaparak kazanan genç yazar Ernest Hemingway’in hikâyesi...
O yıllarda eşiyle yaşadığı Paris’ten Lozan’a gelir bir haberin peşinde Hemingway.
Haber bizi de ilgilendiriyor. Lozan Konferansı’nı izlemek üzere gelmiştir neticede.
Lozan’da yapacağı işler bitince ani bir karar alır ve eşi Hadley’i arar ve yanına gelmesini ister.
Hadley’den Paris’teki evlerinde yığınlar halinde bekleyen taslaklarını, kitaplaştırmak için çalıştığı metinleri de getirmesini ister.
Hadley dosyalarca metni, deri bir seyahat çantasına doldurup gara gider.
Bu esnada nasıl olduğunu tam bilemesek de kayboluyor, büyük ihtimalle deneyimli bir “istasyon faresi” tarafından yürütülüyor çanta...
Hadley ağlayarak varmış Lozan’a. Hemingway “bütün eserlerinin” gitmiş olması karşısında önce bir sinir, hemen ardından da öfke krizi geçirmiş, sonra da kendini alkole vurmuş.
Bu kötü haberdi, peki iyi haber var mı hikâyemizde.
Var sayılır bence. Bu şokun ardından Hemingway oturmuş ve yazmış. İlk kitabı olan “Üç Öykü ve On Şiir”, bu kaybolma/çalınma felaketinden birkaç ay sonra yayınlanmış.
Hatta Hemingway sonraları “Aslında lehime oldu o çantanın kaybolması” diyerek anmış hadiseyi. Arada geçen zamanda tarzını arıttığını, eski çalışmaların kaybolmasının sıfırdan ve daha doğru başlamasına imkân verdiğini söylemiş veya kendisini böyle avutmuş.
*
Alexander Pechmann’ın “Kayıp Kitaplar Kütüphanesi” adlı kitabında heyecanlı, hüzünlü, matrak, dramatik tarzda onlarca hikâye anlatılıyor.
Malum sebeplerin, yani zorbalığın, sansürün, öfkenin, aptallığın, kazaların, cinayetlerin ve daha başka pek çok hadisenin kurbanı olan kitapların hikâyeleri...
Kafka’dan Thomas Mann’a, Melville’den Puşkin’e; antikçağlardan günümüze onlarca sağlam edebiyat “dedikodusu” yaşayan faydalı bir eser.
İçinden edebiyat geçen bir pazar günü dilerim...
(Kayıp Kitaplar Kütüphanesi, Alexander Pechmann, Çeviri: Regaip Minareci, Can Yayınları, 2015)
Paylaş