Galatasaray'ın belirsiz aralıklarla yükselen tuhaf bir hastalığı var. Bu hastalığın adı: Kaşıntı.
Nasıl bir hastalık biraz tarif etmeye çalışalım. Ligde rakiplerine karşı avantaj mı sağladı, bir anda kaşıntı başlıyor. Arkasından gelenler tarafından yakalanmadıkça bu kaşıntı geçmiyor. Kaşıntının ortaya çıktığı bir başka ortam da deplasman maçları. Maç başlıyor, rakip takım, karşısında G.Saray olduğu için haliyle temkinli davranıyor. Fakat rakip takım bakıyor ki, G.Saray futbol oynamak yerine kaşınıp duruyor, bu kez üstüne üstüne gitmeye başlıyor.
Dün gece Denizlispor golü bulana kadar mükemmele yakın bir futbol oynadı. Organize ataklar geliştirdi, sürpiz toplarla çıktı. Velhasılı kelam G.Saray sadece seyretti.
İkinci yarıda Denizlispor golü bulduktan sonra G.Saray'ın kaşıntısı geçer gibi oldu. İyi futbol oynamadı ama, en azından oynarmış gibi yaptı. Oynarmış gibi yapması bile 1 puan çıkarmasına yetti.
Denizlispor'da kaleci Süleyman hariç bütün futbolcuları çok beğendim. Kaleciyi beğenmememde onun bir suçu yok. Çocukcağıza doğru dürüst kendini gösterme fırsatını vermedi ki G.Saray. Dünya üzerindeki hiçbir takım sürekli maç kazanacak diye bir şey yok. Bunlar olacak şeyler. Ama futbolun keçiboynuzu tadında olması bizim de tadımızı kaçırıyor haliyle.
Süper Lig puan cetveline baktığımızda sonuncuyla onuncu arasında taş çatlasa 4-5 puan fark olduğunu görüyorsunuz. Bu da demektir ki, ligde kalmak için dişini tırnağına takmış en az 10 takım var.
Söylemek istediğimiz, ikinci yarıda hiçbir maçın kolay olmayacağı. Puanları döküp saçarken biraz daha dikkatli olunmalı. Naçizane fikrimiz budur.
Son biz söz de sayın Lucescu'ya. Hafta arasında idmanda futbolcularına bir masal anlatmış. Bu hafta anlatacağı masal için La Fontaine'den bir öneri getirmek istiyorum: ‘‘Tavşan ile kaplumbağa.’’ Umarım mesaj alınmıştır.