Istakozun intikam yemini

BUNDAN birkaç sene önce, Topesto biraderimle Ege'nin cennet köşelerinden birinde motoru soğutuyoruz, yani şehrin yorduğu kafayı 30 bin bakıma almış durumdayız.

Tam olarak Davut Güloğlu'nun ortaya çıktığı yıldayız aslında. Çünkü Topesto şuurunu yitirmiş bir insan gibi davranıyor ve sürekli ‘‘Oy Nurcanım Nurcanım’’ diyor.

Şarkıdan başka söz de bilmiyor. Sinir bozan tek şey bu... Bunun dışındaki dertlerimiz, kimin kalkıp bira almaya gideceği gibi basit şeyler.

‘‘Huzur da bozulmak içindir’’ kuralı bir kez daha gerçek olduğunu gösteriyor ve Riko arıyor:

- Birader n'apıyorsunuz bakim bensiz oralarda?

- Duruyoruz.

- İyi ben de geliyorum.

- İstanbul'da değil misin sen aslan parçası?

- Yok abi tam koordinat vermek gerekirse Kalyon'da biralanıyorum şu anda. Yarım saat sonra filan yola çıkacağım, yani iki saat filan sonra oradayım.

- Topesto, çalışmadığımız yerden geldi. Riko'ya hazır mıyız abi?

- Hazırız. Kola alsana.

- Sıra sende, anca gidersin...

*

Riko Paşa tarihte nadir görülmüş bir hadiseye imza attı ve dediği saatte yanımıza ulaştı. Manasız manasız sırıtıyor yaklaşırken.

Hoşgeldin faslı sırasında da sırıtıp duruyor. Hayır, kendimizi tanımıyor olsak bizi gördüğüne sevindiğini filan sanacağız. Ama biz görüldüğü zaman etrafına sevinç dalgası yayan insanlar değiliz. Kendini bilmek iyi bir şey!

Topesto dayanamadı ve sordu, ‘‘Ne sırıtıp duruyorsun be?’’

- Yaşadınız oğlum, size hayatınızın alemini yaşatmaya geldim.

- Pavyona mı götüreceksin bizi?

- İsterseniz oraya da gideriz çünkü Almanya'dan gayet sıkı bir çek indirdi biraderiniz.

Riko o zamanlar serbest gazetecilik yapıyor. Arada sırada geçtiği haberlere yurt dışından para geliyor. Ama bu sefer hakikaten iyi bir şey gelmiş.

Bu da atladığı gibi uçağa, İzmir, oradan da bizim yanımıza...

Topesto ‘‘Madem cukka sağlam böcek yiyelim’’ dedi.

‘‘En kralını yiyeceğiz ıstakozun’’ kararı alındı.

Adresimiz belli. Dayandık kapıya ve ‘‘Görelim kuzuları’’ dedik.

Riko ıstakoz aleminde bayağı bir saygınlığa sahip olduğunu düşündürecek derecede iri bir tane seçti. Topesto ‘‘Bu çok yazar’’ dedi. Riko paranın insanı nasıl çirkinleştirebildiğini gösteren pis bir ifadeyle ‘‘Var paramız ho ho!’’ dedi.

Bu arada ıstakoz iri dedim ya, kıskaçlarını koli bantıyla sabitlemişler. Yani bir yandan iğrenç bir şey. Canlı hayvanı gösterip ‘‘Atın bunu kaynar suya’’ diyorsunuz.

Bana yapılsa hiç hoşlanacağımı sanmıyorum mesela.

Neyse masaya oturduk.

Topesto, tüle sarılmış limonlar üzerine bir geyik başlattı.

- Kimin aklına gelmiş bu ilk önce acaba?

- İtalya'nın cennet köşelerinden Rimini'de Antonio diye bir balık restoranı işletmecisi bulmuş 1983 yılının mart ayında.

- Çüş abi nereden biliyorsun?

- Bilmiyorum tabii böyle bir şey. Kimse de bilemeyeceği için, sorunun saçmalığını vurgulamak için salladım.

- Aman be! Biz ‘‘Tut kardeşim sen de şu geyiğin bir boynuzundan yatıralım yere’’ diyoruz, sen ‘‘Meclis TV seyredeceğim’’ diyorsun...

- Hayır abi, bu geyik değil bir kere. İşlevsel fakat manasız bir hareket limonu tüle sarmak, biz de biliyoruz ama yok işte, üç cümleden fazla konuşulmaz bu mevzuda.

Tam bu noktada, son gördüğümüzde yaşıyor olan ıstakoz irisi arkadaş, pişmiş bir şekilde önümüze geldi.

Buradan sonrası bir katliamı detaylandırmaya girer, o yüzden detaya girmeyeyim. Fakat hayvandan geriye sadece kabuğu kaldı, o kadarını bilin.

Kahveleri söylemeden önce Riko, Kızılderili büyücüsü gibi ‘‘Istakoz kardeşimizin ruhuyla konuştum az önce, bize bir mesajı var’’ dedi.

Biz tam ‘‘Delirdi herif fazla böcekten’’ diye düşünürken, ağır ağır şu tarihi cümleyi kurdu.

‘‘Dedi ki ıstakoz, 'Ulen şerefsizler; ahirette koli bantı yok. Ben de sizi orada canlı canlı yemezsem bana da Korna Hasan demesinler...' İşte aynen böyle dedi’’

Topesto ‘‘Adı bu muymuş abi hakikaten. Korna Hasan diye ıstakoz mu olur be?’’ dedi.

Riko, ‘‘Ben bilmem öyle söyledi’’ şeklinde cevap verdi.

Diğerleri ne kadar ciddiye aldı bilemiyorum ama ıstakozun laneti yüzünden, o günden sonra ağzıma bile sürmedim. Diyeceksiniz ki, ‘‘Sanki evde her gün ıstakoz pişiyor?..’’

Doğru konuşmuş olacaksınız, saçmaladım işte...

Efsane dönüyor


CNBC-e'de Seinfeld'ın bittiği gün harbi harbi üzülmüştüm. Hele en sevdiğim dizinin yerine illet ötesi Frasier'ın başlaması, yıkımı ikiye katlamıştı.

Jerry Seinfeld, Elaine Benis, George Constanza ve Cosmo Kramer'a veda etmek eni konu can sıkıcıydı işte.

CNBC-e, yeni yayın döneminde hafta içi hergün saat 20.00'de en baştan başlayarak, Seinfeld'i yayınlayacağını duyurunca da coştu deli yürek.

CNBC-e'nin aylık bülteninde bu müjdeli haberi okurken, ‘‘Kramer'in Parlak Fikirleri’’ başlıklı kutucuk dikkatimi çekti.

Aynen aktarıyorum. Pazartesi gününe kadar oyalamaz ama, biraz havaya girmenizi sağlayabilir:

Kent trafiğinde kullanılmak üzere periskop takılması.

Sadece taze sebze ve meyve yiyerek buzdolabı ihtiyacının ortadan kaldırılması.

Otomobil ön camından imal edilmiş ‘‘görünmeyen’’ kahve masası. (Kız arkadaşıyla bu masa üzerinde sevişmeye kalkınca masa parçalanıyor tabii.)

Konuşmamak. (İletişimin yüzde 94'ünde 'söz kullanılmadığı'nın keşfedilmesinin hemen ardından bu kararı alıyor.)

Kumla doldurulmuş yatak. (Kumsalda uyuyor gibi hissetmek için.)

Tıraş köpüğü ve güneş yağı yerine tereyağı kullanılması.
Yazarın Tüm Yazıları