Paylaş
“Veliaht hazretlerinin” özel işlerini yürüten Zeki Bey saraya gelerek Başmabeynci Lütfi Bey’i görür ve Veliaht Abdülmecid’in yaşadıklarını padişaha aktarmasını ister.
Lütfi (Simavi) Bey de oturur ve “acılar içinde yaşanan” o meşum günü 23 Mart tarihinde padişaha sunduğu bir tezkerede Zeki Bey’in ağzından anlatır:
VELİAHTA BÜYÜK KELEK
“Öteden beri kendisine ayrılmış bulunan istimbot dün sadrazamın (Damat Ferit) emrine verilmiş, kendisine ise bunun yerine son derece eski, kötü ve süratten düşmüş bir çatana gönderilmiş.
Bu çatana Beylerbeyi’nde kuma oturmuş; deniz de biraz sert olduğundan Dolmabahçe’ye gidemeyerek, bir saatten fazla bir zamanda güçbela
Kuruçeşme’ye varabilmiş.
Kuruçeşme’den Dolmabahçe’deki dairelerine gidebilmek için telefonla Saray’dan bir otomobil ya da araba istetmişler.
Otomobil gönderilmemiş, gelen araba ise pek eskiymiş ve vaktiyle Valide Sultanlara ait bulunan hurdalardan biriymiş.
Padişah hazretlerinin veliaht hakkında teveccühleri olduğu bilinmektedir.
Kendisinin de padişah hazretleri hakkında beslediği derin saygı kimsenin meçhulü değildir.
Hal böyleyken bir veliahta karşı yapılan bu yersiz davranış neden ileri gelmektedir?
Bu davranışı haber alacak olsalar herhalde padişah hazretleri de üzüntü duyacaklardır...”
HURDAYA KALMIŞ KIYAMAM
Zavallıcık, biçare veliahtın bu acı deneyimi yaşadığı, istimbotunu Sadrazam Damat Ferit’e kaptırıp, çatanasını kuma oturttuğu, otomobil isteyip de “valdesultan hurdasına” kaldığı günler memleketin çatırdayıp yıkılmak üzere olduğu günlerdir.
İstanbul işgal altıdadır. Ordu dağıtılmış, Mondros üzerinden ümüğüne basılmıştır Osmanlı’nın. İttihat ve Terakki şefleri tüymüştür. Fransız generalden fırça yiyen Sadrazam İhtiyar Tevfik gidiyor, Damat Ferit geliyordur falan filan...
İktidar, makam, mülk, post, istimbot, otomobil kavgasına mesai harcanırken işgal kuvvetleri de gerine gerine paylaşım yapıyordur.
Saray’da günün konusu yemeklerin azalmasıyken memleketin geleceğiyle ilgili en umutlu olanlar “Bak bizi barış konferansına çağıracaklar, hakkımızda şiddetli davranmayı düşünmezler belki” diyerek “zararsız bir barış” hayaliyle Pollyanna’cılık oynamaktadır.
SULTAN’IN DİŞİ EYVAH!
Padişah hazretleri ne yapmaktadır?
Çoğunlukla “Diş ağrım var”, “İspanyol nezlesi oldum galiba”, “Biraz kırıklık hissediyorum, haremde istirahatteyim” diyerek basit ziyaretlerden de, “önemli” toplantılardan da kaçmaktadır çoğunlukla.
Nadir performanslarından birinde, 19 Mart 1919’da İzmir’in işgal edileceği endişesiyle huzuruna çıkan Adliye Nazırı Sıtkı Bey öncülüğündeki heyete şöyle der:
“İzmir, Osmanlı vatanının asla bölünemez bir parçasıdır; vatandan koparılması hatır ve hayale getirilemez. İlk fırsatta İzmir’e geleceğim ve orada milletimle yakından temas edeceğim...”
İzmir, bu görüşmenin üstünden iki ay geçmeden işgal edilmiştir; hatırlatmaya gerek var mı?
Tasfiye edilen ve tarihe karışmaya yüz tutan bir devlet, savaştan savaşa, ölümden salgına sürüklenmiş, ölmüş, bitmiş tükenmiş bir millet...
İşgale isyan etmeyi “serserilik” görenlerin istimbot kavgasına tutuştukları bir manzara...
KUTLU OLSUN
“Bitmiş” dersiniz değil mi bu durumda?
“Ne hali varsa görsün?” dersiniz değil mi?
Demeyen çıkmış işte...
Bugün 19 Mayıs, kutlu olsun.
Unutmayın, unutturmayın, unutturmaya çalışanları iyi tanıyın.
(Sultan Mehmet Reşat ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, Başmabeyinci Lütfi Bey, 1924)
Paylaş