Salı sabahı sıcağın "Ben gelip yapışıyorum üzerine, haberin olsun koç!" mesajı eşliğinde gözlerimi araladım.
Bünyede "Biraz daha uyursam belki Ekim-Kasım-Aralık olur. Belki şehre bir yağmur gelir, bir güzel ıslanır tüm insanlık. Mevsim değişir Grönland olur, haydi gülümse" hali hakim.
Gücümü toplayıp kanepeden koltuğa geçtim. Uzaktan kumanda kalabalığı içinde doğru kombinasyonu yapıp televizyonu açtım. Sağ tarafımda, yani pencerenin dışında normal dışı bir hareketlilik sezdiğim an da bu an oldu zaten.
Perdenin arkasında Martı Gövö veya başka bir kanatlı arkadaş olmadığı kesin bir cisim kıpırdanıyor. Ev zaten en üst katta, uçabilen canlılar dışında bir şeyin gelip siluet oluşturması manasız bir yükseklikte yaşıyorum.
Şüpheli ’kıpırgaç’ı tespit için perdeyi çektiğim anda ilk gördüğüm şey Turgut Özal’ın yüzü oldu. Ama ölçek vermek gerekirse, Gremlin boyutunda bir Turgut Özal...
Meğer yan apartmanda uzun süredir beklenen tamirat/tadilat için usta çıkarması başlamış. İskele kurulumunda çalışan ve Turgut Özal baskılı beyzbol kepi takan usta durumu böyle açıkladı.
"Usta peki sen benim pencerenin dışında mı duracaksın böyle?" diye sordum, paniğimi sezdirecek şekilde.
"Yok" dedi, "İskeleyi kurup gidiyoruz biz..."
"Gürültü için başka arkadaşlar gelecek diyorsun yani."
Bu çapta gürültüye, hele yan apartmanda başladıysa dayanmam çok güç.
Bir süre öylece durdum.
Sonra sakin bir şekilde ayağa kalktım ve plaklara yöneldim.
*
Balataları sıyırıp, tuhaf icatlarla dünyayı ele geçirmeye niyetlenen profesörler gibi "Aradığım silah, ustaları kendi silahlarıyla vuracak bir şey olmalı ve sanırım ne aradığımı biliyorum" diye kendi kendime gevrek bir kahkaha attım.
Siyah kapaklı yüce albüm, AC/DC’nin "Back In Black"ini seçtim.
Emektar müzik setine "Bugün efor testi yapacağız" diyerek iğneyi plağın üzerine yerleştirdim: "Kranç... Kranç... Kranç..."
Oh be!
Gümüşsuyu semalarında, AC/DC gümbürtüsü kopunca, usta cephesinde bir sersemleme oluştu...
Gürültüyle sersemlemiş bir ustaya göğüs nahiyemi yumruklamak ve başı sırıtarak hafifçe öne eğmek suretiyle "Eyvallah" gibilerden bir hareket yaptım.
Adamın da metalci işareti yapıp "Yeah meeeeen!" diyecek hali yok, şaşkın vaziyette, el salladı.
*
Plaklar ve CD’ler arasında, estetik açıdan kavruk kalmış Indiana Jones edasıyla bir arkeolojik kazı yürütüyorum.
Günışığına çıkan "sert" albümleri, yani ağır silahları pikabın yanına sıralıyorum.
Balyoza karşı Metallica..
Matkaba karşı Nine Inch Nails..
Testereye karşı Dead Kennedys..
Şirin mahallemiz sıcağın yanı sıra inşaat gürültüsü ve rock albümleriyle sarsılıyor...
*
Öğle sularında, ustalar ve kalfalar ve işçiler mola verdiklerinde ben de biraz Bob Dylan ile sakinleşiyorum.
Öğleden sonra mesaiye Nirvana ile başlıyorum. Hangimiz hangimizi daha çok rahatsız ediyor, belirsiz.
Takırtı-tukurtu biraz kesilince ben de müzik yayınına ara veriyorum. Bir yandan verdiğim mücadelenin manyakça olduğunun farkındayım, bir yandan da manyakça da olsa zevkli bir metot seçtiğim için seviniyorum.
*
Cep cihazının kıpırdandığını gürültüden dolayı biraz geç fark ettim.
Komşu mesaj sarkıtmış: "Baba istek parçası çalıyor musun?"
"Öksür bakalım afacan, ne istiyorsun?" yazıp geri yolladım.
Guns ’N Roses istedi, onu da çaldım.
Gündüz gözüyle bu kadar sert bir ambians yaratınca evdeki davranışlarım da değişti.
Kafa sallayarak yürüyorum, davul ataklarını havada taklit ediyorum, dizlerimin üstünde kayıp gitar solo numarası filan yapıyorum.
Günlük aktivitelerim arasında sürekli yer vermediğim bu hareketler serisi bir yerden sonra yormaya başlıyor tabii...
Komşudan ikinci mesaj "Normal yayına dönebilirsin genç! Elemanların mesaisi bitti" şeklinde geldi.
*
Ağır adımlarla, fakat kafa sallamayı sürdürerek emektar müzik setine doğru ilerledim.
Sıkı bir kasaba çatışmasının ardından silahının namlusuna üfleyen Clint Eastwood tavırlarıyla dükkanı kapattım.
Mahallenin normal sesleri yerlerini bulurken, pencerenin karşısındaki damda, her zamanki köşesinde Martı Gövö belirdi.
"N’aber lan Martı Gövö?" dedim.
"Bütün gün çocuğu uyutmadın be lepiska saç!" gibilerden baktı ve "İbürrk!" deyip kafayı çevirdi.
"Oğlum, sadece ekmek var bugün ama 7 tahıllı market ekmeği; seni tahıl manyağı yapabilirim istersen" dedim.
"Üüüürp!" dedi.
Ekmek servisi yaparken çarşamba sabahının cephaneliğini tasarlamaya başladım: "Sabah Anthrax patlatırım... Şöyle Bathory gibi bir şeyler olsaydı veya İsveç metali, Opeth filan...