Okuduğum kitabın adı “Hollywood Hellraisers” yani “Hollywood’un Baş Belaları...”
Yazar Robert Sellers, sinema tarihinde çok önemli 4 adamın hayatlarını anlatıyor “sansasyonel biyografi” tarzı eserinde: Marlon Brando, Dennis Hopper, Warren Beatty ve Jack Nicholson. * Dördü arasında subjektif bir sıralama yapmam gerekse herhalde Jack veya Marlon 1 numara olur, sonuncu Warren Beatty gelir. Dennis Hopper mı? O başlı başına bir efsane... 17 Mayıs 1936’da Kansas’ta buğday tarlalarıyla çevrili bir çiftlik evinde doğmuş. Arkadaş, oyuncak vesaire yok. Sadece nereden gelip nereye gittiğini bilmediği bir tren geçiyor. Dennis 5 yaşındayken babası 2. Dünya Savaşı’na gidiyor ve ölüyor, “Babanla cennette görüşeceksin yavrucuğum” diyorlar. O kadar beklemesine gerek kalmıyor. Babası savaşın sonunda geri dönüyor. Meğer “gizli görev” gereği böyle yapılmış, annesi de bilirmiş ama Dennis’e söylemezmiş. Travmaya gel travmaya! Anne ve babanın, Dennis’i büyükbabası ve babaannesi ile bırakıp çalışmak üzere çiftlikten gitmeleri onu iyice yalnızlaştırmış. Hap kadar çocuk traktörün deposundaki yakıtın “kafasını bir hoş yaptığını” keşfetmiş. Anne ve babasıyla Hollywood’a birkaç saat mesafedeki yeni evlerinde buluştuğunda aklında sadece çok sevdiği filmler varmış. Bunalımlı babadan dayak vesaire derken, Dennis okulda yeteneğini fark eden bir öğretmeninin aracılığıyla Hollywood’a kaçmış. Bu da Hollywood için bir travmanın başlangıcı olmuş aslında! * İlk denemesi bir hastane dizisi olmuş. “Saralı hastayı oynayabilir misin?” sorusuna karşılık olarak gözlerini yuvarlayıp titreme krizine girince gerçekten kriz geçiriyor sanılmış. Fakat efsane stüdyo yöneticilerine “Kıçımı ye!” diyen, “Al stüdyonu çal başına” diyen bir tip. Buna rağmen 1955’te James Dean’in “Rebel Without A Cause”unda (Asi Gençlik) bir rolü olmuş. Hem rolü hem Natalie Wood’u kapmış. Ufukta beliren şöhret ışıkları, para ve Hollywood’un o dönemki efsane parti ortamı Dennis’in içki ve uyuşturucu konusunda uçmasına yol açmış. Yeteneği kabul edilen ama istenmeyen bir adam. Bir de kendisini solcu, devrimci sanıyor ya, bitmiş bitmiş! İyice kötüleştiğini düşünen bir arkadaşı eve şeytan çıkartma ayini için rahibeleri davet etmiş, Dennis rahibelerden birine asılmış. Şuur bu seviyede! Bir de sanat var. Modern sanat konusunda şaşmaz bir sezgi ve zevk sahibi Dennis. Warhol’un bugün milyonlarca dolar değer biçilen “Campbell’s” serisini 75 dolar verip almış bir tip. Müthiş bir koleksiyoncu ve aynı zamanda kendisi de resim yapıyor. Koleksiyonu bugün büyük ölçüde eski eşlerde olsa da en iyilerden biri olarak kabul ediliyor. * Klasik Hollywood döneminin son günlerine girildiğinin farkındaydı herhalde. Dünyanın yaşadığı değişim rüzgârları elbette bu sahte yapıyı da vuracaktı. Ve Warren Beatty’nin “Bonnie & Clyde”ından sonra Hollywood’un ezberini bozan ikinci filmi o çekecekti: “Easy Rider”. Düşük bütçeli ama bol ödüllü ve bugün sinema tarihinde kırılma noktası olarak aktarılan bu filmin o kafayla nasıl tamamlandığı bugün kimsenin cevaplamadığı sorulardan. Gelen başarı Dennis’e “The Last Movie” için izin ve bütçe çıkmasını sağlamış ancak ortaya çıkan filmi Hopper ve Avrupa’daki bir festivalin jürisi hariç kimse anlamayınca yine “lanetli” günler başlamış. Sonrası yokuş aşağı... Meksika sınırında uyuşturucu, silah ve kadınlarla doldurduğu acayip evde ruh hastası gibi yaşamaca... Bugün hiç hatırlamadığı filmlerde oynamaca... Toparlanmaya çalışıp her seferinde daha da büyük yıkıntılar altında kalmaca... Gelen kadınlar, giden kadınlar ve “Blue Velvet”a kadar iade edilmeyen bir mesleki itibar... “40’ını görmez” diyenleri yanıltarak bugüne kadar da geldi. Ve son yıllarında içindeki müthiş sanatçının dizginlerini iyice saldı. Bugün dünyanın “En İyi Kötü Adamı” diyenlerin sayısı o kadar çok ki... Sean Penn “Rumble Fish setinde onu gördüğüm anda oyunculuğun ne demek olduğunu anladım ve izinden gittim” diyor. Geçen ay nihayet Hollywood’daki “kaldırım yıldızı” açıldı. Jack filan hepsi oradaydı ama Dennis erimişti. Son karısından boşanmaya gücünün yetmeyeceğini açıkladı: “Ölüyorum...” Bu yılı çıkartamayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Dennis’in yaşadığı hayata bakınca beklenenden geç vedasına, beklenenden erken bir veda yazısı olsun bu da. Hiç fena değildi dostum, hiç fena değildi...