Seri cinayetler veya daha geniş konuşursak ‘‘true crime’’ tabir edilen suç kitaplarını okumaya tövbe etmiştim.
Yani, böyle yıllarca okuyup okuyup, elektrikli testere ile cesetlerin nasıl doğranabileceğini filan normal karşılayacak duruma gelmişken, birdenbire bırakıvermiştim bu tür kitapları.
Aslında birdenbire bırakmadım tabii ki.
Olay şöyle gelişmişti.
Robert K. Ressler veya John Douglas'ın bir kitabını okuyordum.
Galiba Ressler'in kitabıydı... Tabii yahu, onun kitabı...
Neyse efendim, bu Ressler, Douglas'la beraber ‘‘profiler’’ kavramını icat eden adamdır.
Bazen cesetin fotoğraflarından bile ‘‘Katil uşak!’’ diyebilen ve doğru da tutturan bir arkadaş.
Hatta, Japonya'daki bir cinayet olayını böyle çözmüştü hiç unutmam.
Kadının cesetini bir gölde buluyorlardı, torbaya konmuş vaziyette.
Bir Japon televizyon kanalı da fotoğraflar, görüntüler vesaire ile ABD'ye Ressler'in huzuruna çıkıyor.
Ressler, şöyle bir bakıyor, biraz soru soruyor filan, sonra diyor ki; ‘‘Katil kocası olmalı...’’
Ve, bunu nedenleriyle anlatıyor.
Yok işte kadın direnmemiş, bu tanıdık birinin öldürdüğünü gösteriyor.
Kadının ayağı, topuğu çok temiz, bu da evde öldürüldüğünü, gösteriyor filan falan.
Japonya'da (aslında bütün dünyada öyle) eğitimli üst sınıflar pek cinayet işlemiyor.
Kadının kocası da saygın bir doktor.
Televizyon ekibi ‘‘Ressler da saçmalayabilir tabii’’ diyerek memleketlerine dönüyorlar.
Sonra bir bakıyorlar katil hakikaten kadının kocası çıkıyor.
‘‘Ressler baba büyüksün’’ diye, artık Japonlar nasıl tapınıyorlarsa bilemeyeceğim, öyle tapınıyorlar bir müddet...
***
Bir konu da bu kadar güzel dağıtılır, bravo yani.
Her neyse; Ressler'ın yaklaşık 40 satır filan önce bahsettiğim kitabını normal normal okuyordum.
John Wayne Gacy ile ilgili bölümü, hem de panço filan yiyerek (Mideye bakar mısınız bu arada?) okuduktan sonra, Jeffrey Dahmer'e geldi sıra.
Jeffrey Dahmer, öldürdüğü insan sayısı çok olduğu için ünlü olan seri katillerden değil.
Bu işi tırmalayanlar, Dahmer'in ‘‘karışık teknik’’ çalışmalarına ve karizmasına dikkat çekerler hep.
Dahmer bir ‘‘cannibal’’, yani yamyamdı.
Eşcinsel olan Dahmer, kurbanlarının cinsel organlarını deep-freeze'de saklıyor ve yiyordu filan.
Neyse midenizi altüst etmeyeyim daha fazla.
Kitapta Dahmer'le yapılmış mülakatı okuyordum. Yaptıkları dünyanın en normal şeyiymiş gibi anlatıyordu.
Yok işte ‘‘Şöyle kestim, böyle kestim, sabah kalktığımda gitmiş oluyorlardı, gitmesinler, biraz daha kalsınlar diye öldürüyordum’’ filan falan.
Bazen iyice kopuyor, ‘‘İdolüm Yıldız Savaşları'ndaki Darth Vader'di. Hep onun gibi güçlü olmak istiyordum’’ diye konuşmaya başlıyor...
Bir anda ürperdim ve kitabı elimden bıraktım.
‘‘Bunları okuya okuya hakiki bir hasta ruh olacaksın, titre ve kendine gel’’ deyip, bu işleri tırmalamayı bıraktım.
***
Ta ki; ‘‘Bir Albüm Dolusu Cinayet’’ elime geçene kadar.
Eugenia Perry'nin yazdığı ve Oğlak Yayınları'ndan çıkan kitap, 1886-1902 Paris polis kayıtlarından yola çıkılarak derlenmiş.
Kitabın öyküsü başlı başına bir olay.
Paris'te bir antikacı dükkanında içi insanın tüylerini diken diken edecek ceset fotoğraflarıyla dolu bir fotoğraf albümü bulunuyor.
Parçalanmış insan vücutları, morg enstantaneleri, cinayet mahali fotoğrafları filan falan.
Bakanı üç ay uyku tutmaz, tam öyle bir şey.
Kime ait olduğu araştırılıyor...
O yıllarda Paris Emniyeti'nde özel bir tasnif yöntemine imza atan ve fotoğraflama konusunda ekol kabul edilen Alphonse Bertillon ve o yılların efsane cinayet masası şefi Armand Cochefert üzerinde yoğunlaşıyor araştırma.
Eugenia Pary, gazete ve polis arşivlerinden söz konusu cinayetlerle ilgili bilgi topluyor ve oturup birbirinden hasta 25 öykü yazıyor.
Okurken altüst oluyorsunuz ama elinizden de bırakamıyorsunuz.
Yeminimi bozdurdu diyorum işte size, daha ne diyeyim.
Bu gazla Sevinç Yavuz'un ‘‘Kolici-Bir Seri Katilin Öyküsü’’ kitabına da başlıyorum.
Onu bitirince, ondan da bahsederiz.
‘‘Türklerden seri katil çıkmaz’’ ekolüne bağlıyızdır, bakalım kitap görüşümüzü değiştirecek mi...
Ben yine kitabıma döneyim.
Nasıl doğramış şerefsiz herif kadıncağızı yahu... Vay vay vay!