Paylaş
SESSİZ filmlerin devrinin kapanmasıyla şöhretini kaybetmiş olan Hollywood efsanesi Norma Desmond, genç senaristin “Bir zamanlar ‘büyük’müşsünüz...” cümlesine şu karşılığı verir:
“Ben hâlâ büyüğüm; filmler küçüldü...”
Bir dönemin ulaşılmaz yıldızı, kitlelerin gözbebeğiyken kimsenin kapısını çalmadığı malikânesinde kendisine hâlâ yıldız muamelesi yapan uşağıyla yaşar hale gelmiştir.
Sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olan, benim de seyretmekten bıkmadığım “Sunset Bulvarı”nın kahramanıdır Norma Desmond.
Şöhretle yaşamak güçtür ancak kaybetmek daha güçtür...
Norma Desmond “şöhreti kaybedince meczup olmuş” bir karakter olarak çizilir filmde, ancak söylediklerinde doğruluk payı vardır sinema sektörüyle ilgili...
Hâlâ oynayacak roller, peşinden sürükleyecek kitleler varken kenarda bırakılmayı kabullenemiyordur.
Hazindir...
*
Erol Büyükburç geçtiğimiz yıllarda jüri olarak katıldığı bir televizyon yarışma programında kendisine yeterince söz verilmemesi üzerine meşhur “Ben saksı değilim” çıkışını yapmıştı.
Kimse ne söylediğine, ne söylemeye çalıştığına bakmamış, bu çıkışıyla “dalga geçmek” herkesin kolayına gelmişti.
Oysa “Ben saksı değilim, ben Türkiye’de pop müziği başlatan adamım, en çok bana soracaksınız!” diyerek yaptığı çıkışında “kaybolan” yorumlar belki de o programın tarihindeki en (belki de tek) isabetli tespitlerdi.
*
Büyükburç’un o görüntüsünü izlerken aklıma Norma Desmond gelmişti ki; bunu ilk kez yaşamıyordum...
1990’larda, gazeteden bir arkadaşım “Bizim semtin mehtapta vapur sefası var; haydi sen de gel” demişti, ben de Kanlıca’nın güzel insanlarıyla felekten bir gece çalmıştım.
Kiralanan Şehir Hatları vapurunda şeref konuğu Erol Büyükburç’tu.
Vapurun “kıçüstü güvertesi” tabir edilen bölümünde minik bir konser vermişti.
Şarkı söylerken gözlerini kapattığında, 20-30 yıl önce tıka basa dolan, bilet bulunamayan konserlerini hatırladığını düşünmüştüm, aklıma yine Norma Desmond gelmişti.
*
Erol Büyükburç’un zirvede olduğu yıllara şahitlik etmedim ama çocukluğum ekranda belirdiğinde aile büyüklerinin anlattığı efsaneleri dinleyerek geçti.
Konserine giremediği için “ip gibi gözyaşı dökerek ağladığını” anlatan teyzelerin bahsettiği Erol Büyükburç’la benim “dinlediğim” Erol Büyükburç arasında çok fark vardı.
1968’de “Türkiye şubesi” olarak anıldığı Elvis 3 film çekmişken Büyükburç dört film çekmişti mesela.
Yıldızının parlaklığını yitirme sürecini filmlerine bakarak da anlamak mümkün, o bakımdan hatırlatıyorum.
1980’e kadar giderek azalsa da 19 film çeken Büyükburç, o yıldan sonra sadece 4 filmde yer almış, onlarda da yıldız olarak değil bir nevi kendisinin parodisi olarak...
*
Erol Büyükburç gerçek manada bir yıldız, bütün benliğini sanat üretmeye vakfetmiş bir isimdi.
Kendi dönemini çok iyi okumuş, çığır açmış, öncü görevini üstlenmiş ancak sonraki gelişmelere uyum sağlamakta güçlük çekmişti.
Hayatının son yıllarında –üzülerek söylüyorum- “dalga geçilecek bir figür” olarak algılanması toplumsal haksızlıklar tarihimizden bir yapraktır...
Norma Desmond “Hiç kimse, asla bir yıldızı terk edemez; yıldızı yıldız yapan budur” da der filmde.
Erol Büyükburç da arada sırada haylazca göz kırpan ama asla sönmeyen bir yıldız olarak gökkubbede asılı kalacaktır; şüphem yok.
Ruhu şad olsun...
Paylaş