Galatasaray, Türkiye'de deplasman fobisi bulunmayan belki de tek takımdı.
Bundan önceki yıllarda hangi deplasmana giderse gitsin, Ali Sami Yen'de oynadığı futbolu oynardı. Puanını alırdı veya alamazdı, ama en azından Mecidiyeköy'de seyrettiğiniz takımla, atıyorum Arapkir'de seyredeceğiniz takımın futbolunun üç aşağı beş yukarı aynı olacağını bilirdiniz.
Bu sene G.Birliği maçından buyana hiçbir deplasmandan içimiz rahat, ruhumuz şen dönemedik. Dün gece Antalya'daki G.Saray'ın, Gaziantep veya Kocaeli maçındaki G.Saray ile hiçbir alakası yoktu. Sanırsın, o takım gidiyor, başka bir takım çıkıyor sahaya. G.Saray'ın atakları forvete ulaştığı anda kızgın tavaya düşmüş margarin gibi eriyip gidiyor. Arif'in kolları ayaklarından çok çalıştı mesela. Şehrin işlek bir kavşağında vazife yapan trafik memuru gibiydi. Sürekli eliyle koluyla top istiyor, gelen topu ne alabiliyor, ne verebiliyor.
BAHANESİ YOK
Antalyaspor, G.Saray'ın yakın dönemdeki diğer deplasman rakipleri gibi sert oynadı. Aslında sertlik bahanesine sığınmak da saçma. Bunun adı düpedüz kötü futbol, şuursuzluk, 3. yıldızı istememe hali. Ne derseniz deyin işte.
Bu sene deplasman maçlarına gelirken denemediğim numara kalmadı. Sezon başında ‘‘renk yapmama’’, yani maçlara giderken sarı kırmızılı herhangi bir obje taşımama kararı almıştım. Cüzdanımdaki kombine kartı dışında G.Saray logolu veya genel manada sarı kırmızı hiçbir şey taşımıyorum. Fakat bu deplasman sıkıntısı canıma yetti. Kadıköy'deki Fener maçına Karıncaezmez Şevki gibi ful aksesuar gitmeyi bile düşünüyorum. İşin şakası bir yana, bu puan kayıpları için beylik cümleler kurmaktan da sıkıldım. Görünen o ki, G.Saray forvette işe yarar bir model üretemezse, rakipler hafta sonlarını gayet rahat tamamlayacaklar. Dün geceki maçta iki taraf da galibiyeti hak etmedi. Futbolun adaleti dile gelse, zaten beraberlik derdi. Ama futbolun adil olduğunu kim söylemiş ki...