Kendini ucundan kenarından da olsa 80 Kuşağı’na ait görenler üzülmesin ama biraz fazla büyüdük.
Dikkat edin, ne de olsa kuşağımsınız diyerek efendi davranıyorum. Kısaca ‘Yaşlanıyoruz oğlum, paniğe kapılın!’ da diyebilirdim.
Yeni yıl sendromudur geçer deyin, ufukta görülen orta yaş bunalımı sinyalleri deyin ne derseniz deyin, bizden büyükler ‘Hálá gençsin, ne var canım işte; 30 küsursun’ dese de, fazla büyüdük işte ya!
Durumu şöyle açıklamaya çalışayım... Burada görüntü flulaşıyor; filmlerde gazete yapraklarının, takvim yapraklarının döndüğü gibi dönmeye başlıyor hayat ve 1980’lere ışınlanıyoruz...
*
1980’lerin başlarındayız. Dostum Yeto’yla oturmuş bir Deep Purple (Machine Head) albümü inceliyoruz. 1972 yılında yapmış babalar. Albümlerdeki gitar sololarının sürelerini kronometre aracılığıyla ölçüp ezberleyecek seviyede, müzik durursa biz de duracakmışız gibi müzik dinlediğimiz günler yani...
Tarih hesaplamalarında esas olarak kendi yaşımızı aldığımız için bize çok çok eski bir şey gibi geliyor 1972. Hatta, ‘Abi adamlar 1972’de yapmış bu müziği be. Vay canına kardeşim!’ filan diyoruz.
Eski şeyleri dinlemek hoşumuza gidiyor, fiyakalı buluyoruz 1960’ların 1970’lerin rock albümlerini.
Sahaflarda eski müzik dergileri kovalıyoruz posterleri için.
Deep Purple, Thin Lizzy, Uriah Heep, Wishbone Ash (Onlar da geliyormuş bu arada ama gitmem herhalde ya!) elemanları gözümüzde ‘Sıkı Amca’ konumundalar.
Elvis Presley’i antik çağlarda sevilmiş bir yarı tanrı olarak görüyoruz ve müziğini çok basit ve sıkıcı buluyoruz.
The Beatles’a ‘Kız grubu’ demek gibi bir terbiyesizlik bile yapmışızdır o yıllarda. Çocuk işte, ne bilsin...
Konuyu dağıtmayayım. Albümlerin yapım tarihleri bizim için çok mühim. O dönem popüler olanlardan sevdiklerimiz de var ama en çok eski albümleri bulup onları dinlemeyi seviyoruz...
*
Kısa bir süre önce Alphaville geldiği zaman kendimi biraz fena hissetmiştim, ‘Ne yani Big In Japan çıkalı 20 sene mi oldu’ gibilerden. Evet o kadar olmuştu.
Bu hafta ikinci darbe geldi. 15 Ocak’ta Human League geliyormuş İstanbul’a. Indigo’da konser verecekmiş elemanlar.
‘Don’t You Want Me’, bizim kuşak için bir soundtrack yapılsa, kesin çoğumuzun listesinde yer alır. Şimdi sıkı durun şarkı hangi sene çıkmış onu söyleyeceğim: 1981.
Ben daha sonra dinledim. O yıllarda zaten zart diye gelmiyordu şarkılar, biraz zaman alıyordu. Ama 1981 olmasın da 1982, haydi hatırınız kırılmasın 1983’te dinlemişimdir.
Siz de yutkundunuz di mi tam bu noktada.
*
İşte bu son hadiseden sonra ota kota tarih etiketi yapıştırır hale geldim. Korkarak DVD kutusuna bakıyorum mesela: ‘Back To The Future hangi yıl çekilmişti?..’ Tarihi görüyorum (1985) ve çok affedersiniz eşek olup kendimi tepesim geliyor. 20 yıl ne demek kardeşim ya!
Sonra hemen daha tuhaf bir hesaplamaya girişiyorum. Bugün 15 yaşında olan biri, ‘Back to The Future’ filmini 20 yıl önce yapılmış yani prehistorik bir eser olarak algılamakta di mi?
‘Biz 1985 senesinde nasıl bakıyorduk 1965 yapımı filmlere o zaman?’ diye düşünüyorum ve tekrar kendimi tepmek üzere eşek olmak istiyorum.
Yaşlılık derdine düşecek yaşta değilim, yanlış anlamayın. Fakat bizim ayıla bayıla seyrettiğimiz filmler, dinlediğimiz müzikler, yani bir noktada bizi biz yapan küçük ve güzel şeyler nasıl çabuk eskiyor!..
Bundan böyle eğer bir 1980’ler partisine katılırsam, kapıda kimlik kontrolü yapılmasını isteyeceğim.
Yaşı tutmayanlar gelmesin. Yaş haddini tam hesaplayamadım ama mesela ‘Zımbalı kot nedir, açıklayarak anlatınız?’ sorusuna ‘Eeeee, zımba var böyle, bir de kot var...’ gibi cevaplar verenler alınmamalı. Çünkü her an ‘Maymun mu oynuyor burada, gidin kendi müziklerinizle eğlenin ühü-ühü!’ şeklinde dağılabilirim...