ÇOCUKLUĞU ve ilk gençlik yıllarında Eurovision Şarkı Yarışması zulmünü bizzat yaşamış talihsiz bir kuşağın üyesi olarak, geçen cumartesi gecesinden beri kafam karışmış durumda.
Kariyeri boyunca gol atamamış bir futbolcunun jübile maçında hat-trick yapması gibi bir şey bu desem uygun olur mu acaba?
Başarısızlığı artık kök hücre düzeyinde benimsediğimiz ve ilgimizi her manada kaybettiğimiz bir yarışmada gelen birinciliğe hazırlıksız yakalandığımı itiraf edeyim öncelikle.
Yarışmanın yapılacağı gece, 'www.batug.com'un ikinci yaşını kutluyorduk kalabalık bir grupla.
Ekipteki herkes kafayı NBA ile kırmış olduğundan, kutlama yaptığımız mekandaki -ki Boxer Cafe oluyor burası- dev ekranda Murat Kosova ve Kaan Kural'ın programının seyredilmesi düşünüldü.
Fakat sonra ‘‘Basketbolun uzmanıyız; t.A.T.u.'nun hastasıyız’’ diyen bir grubun baskısıyla Eurovision'un seyredilmesine karar verildi. Ama o da sadece görüntü olarak, ses açılmadı.
Bütün bunlar yaşanırken olaya ilgisiz kaldığımı itiraf etmeliyim.
Bu ilgisizliği entel ukalalığı olarak görmeyin. Özellikle genç arkadaşlar, bizim yaşadığımız acıların yakınından bile geçmedi.
Gazetelerin yarışma günü verdiği puan cetveli elimizde, televizyon karşısına kurulup ‘‘sıfır’’ çektiğimiz, tuhaf bir milliyetçilik duygusuyla dolup taştığımız günleri, bu yolda dinlediğimiz birbirinden fena şarkıları bilmiyorlar.
‘‘Fena şarkılar’’dan kastım, sadece Türkiye'nin şarkıları değil. Mesela Portekiz adına yarışan Gemini adlı grubun ‘‘Dai-Li-Dou’’ adlı şarkısını dinleyip de hayatının kalan kısmında rasyonel hiçbir karar alamamış insanlar tanıdım ben; yaa!
Finn Kalvik adlı şahsın ‘‘Aldri i Livet’’ini kaçınız hatırlar sonra, sorarım size...
***
Uzun lafın kısası, zamanında bize çok acı yaşattığı için bu hadiseye ilgi göstermiyorduk.
Partiye katılan ekibin bir bölümü, puanlandırma aşamasını bir alt kata inerek ‘‘sesli’’ takip etmeye karar verdi.
Bu arada Eurovision kurbanları olarak, yıllarca beraber toplu terapi yaptığımız ekipten tuhaf mesajlar gelmeye başladı: ‘‘Oğlum, bilmem kim bize 12 puan verdi!’’ Eh, çok iyi bari...
‘‘Bilmem kim de 10 puan çaktı, üçüncüyüz.’’ Bravo size aslan parçaları.
Fakat yarışma tamamlanıp da birinci olduğumuzu öğrendiğimde, nasıl tepki vereceğimi şaşırdım.
Makus talihi sonunda bir köşede kıstırıp ağzını burnunu dağıtmış gibi mi hissetmeliydim, yoksa yıllardır bu mevzu her açıldığında yaptığım gibi ‘‘Kime ne abi Eurovision'dan?..’’ mı demeliydim.
Bugüne kadar sessizliğimi korudum.
Yazılanları çizilenleri, yapılan yorumları takip ettim. Sertab Erener'i karşılamaya gidecek kadar olmasa da, içten içe sevindiğim anlar daha çok oldu.
***
Şimdi bir Ajda Pekkan şarkısı eşliğinde ‘‘Sardı korkular, gelecek yıllar’’ pozisyonunda, bir soru işareti gibi kıvrım kıvrım kıvrılmış vaziyette başımıza gelecekleri bekliyorum.
Seneye yarışma hangi ilimizde yapılacak? Bana izlenim yazdıracaklar mı? Türkiye'yi kim temsil edecek? Başka ülkelerden kimler gelecek? Sunucu kim olacak? Esra Ceyhan ve Uygur Biraderler sunabilir mi mesela? Bana izlenim yazdıracaklar mı?
Kaçıncı olacağız? Allah muhafaza, sonuncu olursak rezalet çıkacak mı? Nil Demirkazık orada olacak mı? Tabii ki olacak da, mesela yarışmada Türkiye'yi temsil etmek için çaba gösterecek mi? Ve bana izlenim yazdıracaklar mı?
Türkiye'nin tanıtımını yapacağız derken, milleti kendimizden iyice soğutacak mıyız? Gelen yarışmacılara kapıda vize uygulayacak mıyız?
Ve, hepsinden ama hepsinden önemlisi, kabusumla yüzleşecek miyim: Yani bana izlenim yazdıracaklar mı?..