Paylaş
Balıkçı Kral arkadaşımla “15’lik palamutla 16’lık palamut arasındaki lirasal ve hacimsel farklar” üzerine laflarken, Kral “Ne iş bu Emir Kostarika” dedi.
“İyi yönetmendir ama günahı boynuna Bosna Savaşı sürerken Sırp faşolarla kankaydı. O lafları etti, etmedi umrumda değil; katil ve tecavüzcülerin ağababalarına yakın durdu, ayıptır. Ama samimiyet tartısına çıkıldığında ‘Eh, Bursa’ya niye çağırdınız o zaman’ diye sorana da ‘Ne soruyorsun’ denmez. Bulduk bir konu, nalıncı keseri gibi kendi görüşümüze uygun kese kese konuşuyoruz işte... Konuyla hiç mi hiç alakası yok ama sen Afrodit’i bilir misin yüce Kral?” diye cevap verdim.
“Banu Alkan?” dedi.
“Ha, o da var ama bu konuyla, bu Afrodit’le alakası yok” dedim ve devam ettim:
“Yıl 1940. Dünya haritası Avrupa’dan başlayarak kan kırmızısına boyanıyor. Büyük ve lanet olasıca savaşın ikinci raundu başlamış.
Bu haldeyken, 10 Ocak 1940’ta Türkiye’de konuşulan tek konu Afrodit Davası.
Nedir Afrodit Davası?
Fransız yazar Pierre Louys’ün erotik kitabını o yıllarda Malatya milletvekili olan Nasuhi Baydar (Fenerbahçe’nin 1924-1927 yıllarındaki başkanıdır aynı zamanda, Fenerli Kral’ın dikkatini bunu belirterek topluyorum) Türkçeye çevirir. Kitabı Semih Lütfü (Erciyas) yayınlar, kıyamet kopar.
Müstehcen kitap yaygarası üzerine İbrahim Hakkı Konyalı bilirkişi ilan edilir, yazdığı rapor üzerine kitap toplatılır ve dava açılır.
Basın için süper malzeme tabii. Necip Fazıl bir yana geçmiş, Sabiha Sertel öte yana. Vâlâ Nurettin bir yana, Peyami Safa öte yana; kapılar açılsın polemikler başlasın...
5 Şubat 1940’taki duruşma izdihamdan dolayı zor yapılıyor, dışarıda binlerce genç ‘Afrodit... Afrodit...’ diye tempo tutuyor, tam komedi.
Bu arada bilirkişi fırsatçı çıkıyor, utanmadan Afrodit diye kitap yayınlayıp voliyi vuruyor filan.
İkinci Dünya Savaşı kopmuş, her yer kanıyor, Türkiye’de Afrodit’ten başka mesele yok.
Kitap aklanıyor, şimdi sahaflardan bulunur, kimse yüzüne bakmaz.”
“Eee patron?” diyor Balıkçı Kral.
“Tuna kırmızı akıyor, çevre felaketi var, alüminyum akıyor Karadeniz’e. Çevre eyleminde 300 kişi yürüyor, gazeteler belki görüyor belki görmüyor. Bu derya kuzusunun (palamutu kuyruğundan tutup sallayarak) nesli, bizim midenin ekim kayıntısı tehlikede yani birader; ‘eee’si bu!”
“Bulsana şu Afrodit’i bana” diyor, “Sarsana şu 16’lığı bana” diyorum, konu kapanıyor.
Kıssadan hisse filan yok, rahat olun...
Çakangiller Raporu
DÜN Günseli Özen Ocakoğlu’nun Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde “köşe yazarları” üzerine kesip saklanacak bir araştırma vardı. Günseli Hanım “Hangi köşe yazarı, kime, nerede, kaç kere sataşmış” başlıklı yazısıyla desteklediği, aynı başlığı taşıyan araştırmayla 2010’un ilk 9 ayına “sütunlararası”ndan bakmamıza imkân sağlıyordu.
İlginç ve faydalı buldum, teşekkür ederim.
Ajans Press’e hazırlattığı araştırmada adından en çok söz edilen yazar açık ara Ertuğrul Özkök. 9 ayda 683 yazıda adı geçmiş.
Şaşırmadım, şaşıran varsa asıl ona şaşmak gerek. Türkiye’de sayesinde köşesinin varlığını sürdüren, sadece Özkök’e laf yetiştirmek üstüne kariyer yapan köşeciler de var, okuyoruz, tanıyoruz, eğleniyoruz yahu!
Neredeyse mesleğin şanındandır. Eh Özkök’e “çakmanın” bir sakıncası yok, alkışlayanı çok, dava açmaz, çoğunlukla cevap vermez.
Kafasının dikine gider, istediği yerde durur, istediği yöne sapar; arkasından bağırıp çağırıp koşmak da zordur yani, “çakangiller”i bir yerde takdir etmek gerek, takibi, yakalaması zordur.
Hatta durun canım çekti ben de çakayım: “Ertuğrul Bey hooop, nerede benim istediğim kitaplar? Olmuyor böyle çamura yatmak!”
* * *
Günseli Hanım’ın hazırlanmasını istediği araştırmada sadece “çakangiller” yok tabii. Köşe yazarları birbirlerinden övgüyle de bahsedebiliyor ama örnekleri azdır.
Günseli Hanım bu övgü durumuna “Açıp telefonda da övebilirler birbirlerini aslında” diye yaklaşıyor ki, telefonda birbirlerine çakmalarından evladır diye düşünmüş olmalı, haklıdır!
Devam edeceği hissedilen araştırmaya naçizane bir katkıda bulunmak isterim.
Mesela Fehmi Koru’nun (Veya dünkü durumda Taha Kıvanç’ın) sıkça yaptığı gibi “adını zikretmekten kaçınarak çakma” hadiselerini de takip etmek gerekmez mi?
“Adını koymadıktan sonra ben ne yapayım o yazıyı; niyet okumaya girer, olmaz” diye geçiştirilemeyecek bir durum.
Bu yaklaşım Taha Bey’in, Ertuğrul Bey’in, herkesin bildiğini okurdan sakınmaya girer ki, araştırmanın eksik kalmasına da yol açar.
* * *
Amaaaaan boşverin, bakın Günseli Hanım, biz de istatistik olduk bir yerde.
Bakayım şöyle bir... Hah, sizden bahsetmişim, Özkök’ten bahsetmişim, hem Fehmi Bey’den hem Taha Bey’den (İki kişi sayıyoruz di mi?) bahsetmişim.
Yazı biraz “çakaralmaz” oldu ama ne yapayım; yine de bu yazının sırtı yere gelmez arkadaş!
Paylaş