YENİ televizyon sezonu açıldı; hepimize kutlu ve de mutlu olsun.
CNN Türk, CNBC-E, NBA TV, Eurosport, BBC Prime, NTV, History Channel ve Lig TV dışındaki televizyon kanallarıyla ekstra durumlar dışında (Hababam Sınıfı, Süt Kardeşler, Bizim Aile, Tarkan/Viking Kanı gibi filmlerin gösterildiği akşamlar dışında da diyebilirim) pek işim olmuyor.
Yeni sezonun başladığını, yerli dizilerin pençesine düşmüş bahtsız arkadaşlarımın ‘Reklam manyağı olduk! Yok mu kurtaracak vicdan sahibi bir yetkili halkı bu zalimlerin pençesinden! Hayın basın, bunu da yazın!’ şeklinde özetlenebilecek feryadından anlıyorum.
***
Pazartesi akşamı bir arkadaşımızın evindeydik. Normal şartlarda ‘Bir İstanbul Masalı’nın yeni sezondaki ilk bölümünün yayınlandığı esnada iki hanımefendiyle aynı ortamda bulunmak gibi ölümcül bir hata yapmam.
Yapmış bulunduğum hatayı, kendi kendime ‘Bir garip televizyonundan ayrı düşmeye görsün, gör başına neler gelir. Uzaktan kumanda hakimiyetinin başkasına ait olduğu bir ortamda nasıl da kavruk kalıyor insan’ diye içlendiğim esnada atılan ‘Koş başlıyooooor!’ çığlığı sayesinde anladım.
O dakikadan sonra kimin ne olduğunu ve ne yapmaya çalıştığını bilmediğim, bazı bölümleri Türkçe altyazıyla verilen, İngilizce-Türkçe-İtalyanca konuşulan, anladığım kadarıyla ilaç niyetine hiçbir ilişkinin yolunda gitmediği bir diziyle baş başa kaldım.
Bu sırada elime tutuşturulan kronometreyle, aradaki reklam süresini tutmak görevi verildi.
‘Sadece reklamları mı tutacağım, dizi anonslarını da dahil edecek miyim?’ türü sorularım, ‘Sus, en heyecanlı yeri!’ diye püskürtüldü. Bunu zaten anlamam. Her anı nasıl heyecanlı olabiliyor ki! Mehmet Aslantuğ 1 dakika 37 saniye boyunca ufka bakıyor mesela, bu mu en heyecanlı an. Anlamıyorum ben demek ki!
***
Neyse uzatmayayım, neredeyse dizi kadar, hatta diziden fazla reklam verdiler. Bu noktada detaylı okuma yapmak isteyenlere iki önerim olacak: Vatan Gazetesi’nden Mustafa Mutlu bu konuyu çok sıkı bir şekilde takip ediyor, Hürriyet’ten Cengiz Semercioğlu da sık sık reklam zulmünü hatırlatıyor. Destek olunuz...
Beni konu hakkında RTÜK’ün neler yapacağı, seyircinin yaşadığı sıkıntının nasıl aşılacağından çok (Ki bu konuda RTÜK aldığı kararları uygulasa yetecek) hadisedeki mantıksızlık ilgilendiriyor.
Bu kadar reklam, ne reklam verene ne de yayınlayan kanala olumlu manada katkıda bulunuyor. Zaten çoğu saçma sapan olan diziler de tamamen çöpe gidiyor.
***
Sektörün içinden, duruma hakim bir arkadaşımı arayıp ‘N’olacak bu reklamların hali?’ diye sordum sonunda. Kanallar arası rekabet yüzünden reklamların saniyesi dolar bazında tek haneli rakamlara kadar düşmüş.
Atıyorum ama mesela ben bile 100 dolar bütçe ayırıp, Tırıvırı Teve’de ‘Kanat Hürriyet’te yazar, çok da şahane yazar’ diye reklam verebilecek duruma gelmişim.
Bu durumda ne oluyor? Ulusal bir kanalda, apartmanınızın altında faaliyet gösteren kebapçının reklamını izleyebilir hale geliyorsunuz.
Bir arkadaşım, dizi seyrederken reklam kuşağı başladığında duşa girdiğini, çıkıp kurulanıp koltuğuna döndüğünde dizinin hálá başlamamış olduğunu söylemişti.
O zaman ‘Zobarma!’ şeklinde kaba bir tepki vermiştim. Şimdi ‘Doğrudur’ diyebiliyorum.