Paylaş
Ama ben uzun bir süredir artık klasikleşmiş bu filmi “Tabii canım, tabii” diyerek seyrediyorum.
Bu hafta sonu Fenerbahçe ile Galatasaray, Kadıköy’de hep olduğu gibi yine “önemli” bir maç oynayacak. Uluslar arası boyutta yapılan bir araştırmaya göre, Galatasaray-Fenerbahçe maçları “dünyanın en mühim derbileri” sıralamasında üçüncü sırada yer alıyormuş.
Dünyaca meşhur olduğunu bilmezdim bu müthiş rekabetin ama hoşuma da gitmedi değil. Türkiye’de her maç heyecanlı olabilir ama Fenerbahçe-Galatasaray maçı kadar heyecanlısı yoktur. Bu fikrime katılmayanlar çıkacaktır ama genel eğilim de benim bu görüşüme yakındır diye tahmin ediyorum.
Bu büyük rekabet sadece saha içinde yaşansa ve bitse ne kadar mükemmel olurdu değil mi? Ama olmuyor işte, buna izin verilmiyor.
İki tarafın da yöneticileri, maça birkaç hafta kala birbirlerine laf atmaya başlıyor. Soslu konu, sansasyon ve spekülasyon görünce dayanamayan spor basını da bu karşılıklı laf atışmasına resmen çanak tutuyor.
Ağzını açan, karşı tarafı suçluyor ve konuşmasını şöyle bağlıyor: “Ama falanca beyin açıklamalarının ezeli rakibimiz ve dostumuzu bağlamadığını biliyoruz. Bu talihsiz açıklama dostluğumuza gölge düşüremeyecektir...”
Eh güzel kardeşim, o gölgeyi bizzat sizler düşürüyorsunuz zaten.
Ortalığı keman yayı gibi gerdikten sonra son dakikada “Dostluk rüzgarları essin, maça birlikte el ele gidelim” türü açıklamalar bir işe yaramıyor, bunu bilmiyor musunuz Allah aşkına?
Neticede Şeref Tribünü’nde maç seyredenlere bir şey olmuyor tabii ki!
Ben bir Galatasaray taraftarıyım. Yıllardır da maça giderim. Derbi maçlarında iki kulübün taraftarının tribünleri yarı yarıya paylaştığı o güzel dönemlerde (Ah Adnan Polat, ah! Kulakların çınlasın, ne diyeyim başka şimdi!..) maçlara mahallemizde toplanıp birlikte giderdik.
Kapıda Fenerli arkadaşlar kendi kuyruklarına, biz kendi kuyruğumuza sıralanır, maçı seyreder, maç sonunda da yine beraberce eğlenmeye (Daha doğrusu yenilen tarafı kızdırmaya) giderdik.
Bu havayı bugün yakalamanın imkanı yok artık. Çünkü Galatasaray yönetiminin birkaç yıl önce aldığı saçma bir karardan sonra, deplasmana giden takıma 1000-2000 kadar bilet verilmeye başlandı.
Taraftarlar artık polisle koordineli bir şekilde belirlenen bir noktada toplanıp, polis kortejiyle ezeli rakiplerinin stadına gidiyor, maçı korkunç şartlarda seyrediyor ve yine polis kordonunda geri dönüyor.
Güvenlik açısından böyle bir uygulama tabii ki şart. Ama maksimum güvenlik önlemleri altında gerçekleştirilen bu deplasman yolculuğu iki tarafı da geriyor, gizli bir savaş havası doğuyor.
1993 yılında üç kulübün taraftar grupları bir “centilmenlik antlaşması” imzalamıştı. O günden bu yana münferit olaylar dışında büyük kavgalar yaşanmadı. Tribünlerin hakim grupları, yandaşlarını 9 yıldır ellerinden geldiğince kontrol altında tutmaya çalışıyor.
Üç büyük takımın birden zirvede iddiasının olduğu bu sezon, demin bahsettiğimiz antlaşmanın unutulacağından korkuyorum.
Yöneticiler ve medya bu tür gerçekleri göz ardı etmekten vazgeçmeli ve derbi maçlar öncesinde “barış rüzgarı” estiriyor havasında tansiyonu yükselten açıklamalardan uzak durmalı.
Yoksa olacak kötü hadiselerin hesabını kimse veremez.
Paylaş