Paylaş
Yanımda oturan 78 yaşındaki adam, yıllarca müziğinin içinde dolaştığım bir efsane: Wayne Shorter. Sohbetimizin ortasında artık dayanamayıp hayatımda ilk kez şu cümleyi kuruyorum: “Binlerce kez duyduğunuz bir klişe olmalı. Klişelerin tuzaklarından kaçmaya çalışırım hep ama elimde değil, söyleyeceğim: Yanınızda oturmak ve sizinle konuşmak büyük bir şeref...”
Wayne Shorter gülerek benzeri hisleri başkalarının yanında kendisinin de yaşadığını söylüyor ve içinde Frank, Joe, Morgan, Clint, Jimi, Parker geçen anılarını
aktarıyor. Frank dediği, Frank Sinatra. Joe dediği, efsane boksör Joe Louis. Morgan dediği, Morgan Freeman. Clint dediği, Clint Eastwood. Jimi dediği, Jimi Hendrix. Parker dediği, Charlie Parker...
Şiir gibi konuşuyor. Her cümlesinde bir bilgelik var. Sonra birden duruyor. Başlarda sıkıldığını, artık konuşmak istemediğini, rahatsızlık verdiğimi düşünüyorum bu suskunluk anları oluştuğunda. Ama hayır, konuşması böyle. Biraz suskun kaldıktan sonra kaldığı yerden devam ediyor.
Wayne Shorter’la uzun bir akşam yemeğinde yan yana sohbet ettiğime inanmakta güçlük çekiyorum...
Hele anlattıklarına...
GETİR BAKALIM DEFTERİ
Geçen salı akşamı, İKSV’nin üstündeki X Restaurant’dayız. Uzun masada, iki sandalye ötemizde oturan bir başka devi, Herbie Hancock’u işaret ederek, “İlk gittiğim caz konseri Herbie Hancock’un konseriydi” diyorum ve devam ediyorum: “Çok gençtim, param yoktu, kaçak girmiştim konsere...”
Wayne Shorter, “Halden anlarım” tavrıyla benzer bir hikaye anlatıyor:
“New York’taydım. Çok gençtim. Bir caz kulübüne girmek için yangın merdivenine tırmandım. İçeri sızmayı başardım ve kahramanımı dinlemeyi başardım: Charlie Parker...”
Miles Davis’ten konuşuyoruz... “Miles stüdyoda esip gürleyen bir tip miydi? Hep sert adam imajını merak etmişimdir” diye soruyorum.
“Hayır adamım” diyor, “Miles müzisyenlerine karşı olağanüstü anlayışlıydı. En uçuk fikirlerimizi bile duymak isterdi, sonsuz özgürlük tanırdı.
Disiplinliydi ama zorba filan değildi. Saatlerce stüdyodan çıkmazdık zaten. Çaldığımız her şeyin kaydedilmesini isterdi. Hatta aralardaki şakalarımızı,
gülüşmelerimizi, sohbetlerimizi bile kayıt ettirirdi.
Bir defterim vardı. Siyah kapaklı bir defter. Miles defteri karıştırdı, bir parça dikkatini çekti ve ‘Bu ne, çalalım bakalım’ dedi. E.S.P. böyle çıktı mesela... Sonra hep takıldı zaten bana. ‘Wayne, getir bakalım defteri...’ diye.”
Of, of, of!
Efsane adamların, efsane albümünün, efsane parçası ‘E.S.P.’ böyle çıkmış demek...
MILES’IN BOKSÖR ARKADAŞLARI
İki kahramanımla ilgili yıllardır kafamda gezdirdiğim soruyu soruyorum:
“Miles ile Jimi Hendrix’in hikâyesi neydi? Gerçekten para yüzünden mi beraber kayıt yapamadılar?”
“Beraber takıldılar aslında. Jimi ölmese o kayıt yapılırdı. Para derler ama asıl problem zamandı...” Peki Frank Sinatra... “Frank’in evinde saatlerce oturup
havadan sudan ve müzikten konuşurduk...
Durup Miles ve boksörlerle ilgili hikayeler anlatmaya başlıyor. “Joe Louis’e hayrandım. Elini sıktığım günkü mutluluğum büyüktü. Miles’ın çok boksör arkadaşı vardı, etrafta sürekli boksörler olurdu. Ben de bir boks hayranıydım tabii...”
Wayne Shorter duruyor, Haliç’in üzerinde asılı duran hilal şeklindeki aya bakıp “Ayın arkası kırmızı” diyor. Hangi kırmızıdan bahsettiğine dair bir fikrim yok ama hayranlıktan açık kalmış çenem kıpırdıyor ve onaylıyor ustayı. Utana sıkıla “Bir imza alabilir miyim?
Yanımda bunu getirdim...” diyerek ‘Miles Smiles’ plağını çıkarıyorum.
“Tabii adamım” diyor. 1967 tarihli albüme imzayı çakıyor ve o albümde kendisi gibi Miles’a eşlik etmiş olan Hancock’a uzatıyor
“Hey Herbie, check this out!” diyerek.Fırsat bu fırsat! “Herbie için bunu da getirmiştim” diyerek hayranı olmamı sağlayan ‘Maiden Voyage’ı çıkarıyorum. Herbie Hancock, bir logo güzelliğinde dev bir imza çakıyor...
Dünyada benden mutlu biri olamaz diyeceğim ama karşımda oturan Ertuğrul Özkök ve Yavuz Baydar’ın da benden farkı yok.
Herbie Hancock ile ‘Blow Up’ filmi, yönetmeni Antonioni ve o filme yaptığı müzik üzerine laflıyorlar.
Vay be!
Paylaş