MÜTHİŞ bir ‘basın skandalı’ var, ama önce biraz Bukowski’nin son günlerinden bahsetmek istiyorum müsaadenizle.
1993 yılının bahar aylarında, yazmaya 2 yıl önce başladığı ama bir türlü tamamlayamadığı son romanı “Pulp” ile uğraşıyordu Charles Bukowski. Sürünerek geçen ömrünün son demlerinde yakaladığı popülarite (Özellikle Barfly’ın Mickey Rourke ve Faye Dunaway’in oynadıkları bir filme çevrilmesi) rahat etmesini sağlamıştı. Maddi açıdan hiç olmadığı kadar özgürdü, teklif üzerine teklif geliyordu. Reklam teklifleri, sit-com yaratma teklifleri vesaire vesaire. Onun tek derdi ise, çok sevdiği at yarışlarını takip etmek ve giderek artan yazı iştahıydı. Ölüm yakındı, o kadar bara, o kadar alkole, o kadar sürünmeye can mı dayanır? 70’ini devirmişti mucize kabilinden fakat daha fazla gidecek yolu yoktu, hissediyordu. 1993 yılının bahar aylarında “Pulp”a devam ederken, gelen tekliflere “Hayatım bunları saçma bularak geçmiş benim, haydi gidin işinize!” çekerken, fena hastalandı. Hastane, testler, teşhis: Kan kanseri. * * * Sonraki aylar Los Angeles’taki San Pedro Peninsula Hospital’da tedavisiyle, aralarda gitmesine izin verildiği evinde geçti. Toplam 64 günü hastane odasında geçirdi. Olur olmadık yerleri kanıyordu; mesela durup dururken alnından kan boşalıyordu... “Baba”yı okurları tanır; sert kabuklu adamdı; dışarıya pek renk vermezdi. Ama eşinin, yakınlarının isteğiyle alternatif tedavileri, Deepak Chopra tavsiyelerini, zamanında çok dalga geçtiği New Age fikirleri bile denemeye başlamıştı. Transdantal meditasyon vesaire... Alkolü kesmiş, sigarayı bırakmıştı. Evinin bahçesindeki ceviz ağacının altında oturup bitki çayları ve su içiyordu. O günlerde şöyle şiirler düşüyordu cebinden: “evin arka tarafında anadan üryân oturuyorum, sabahın sekizi ve vücuduma susam yağı sürülmüş, tanrım, neye dönüştüm ben? bir zamanlar karanlık arka sokaklarda çıkan arızalara bir kahkaha ile dalardım, şimdi gülecek bir durum yok.” * * * Yaz sonuna doğru katıldığı imza gününün çıkışında bir gazeteciye şöyle diyordu: “Başlığınızı tahmin edebiliyorum: 73’lük ihtiyar, artık son kitaplarını imzalıyor...” Alınganlaşmıştı iyice, ölüm kapıdaydı. Sağlık durumunda düzelmeler gözleniyordu ama umut verici düzeyde değildi. Yıl sonunda yeniden hastane yolundaydı, hastalık güçlenerek geri gelmişti. 1993’ün son günlerinden 9 Mart 1994’te saat 11.55’te son nefesini verene kadar da çoğunlukla o odada yattı adamımız Bukowski. Vücudunu kaplayan kabloların, enjektörlerin, ilaçların arasında yine dimdik durdu. Ölüm haberi bütün dünyadaki hayranlarının “Baba” için başlarını önlerine eğip kadeh kaldırdıkları gün oldu. Hollywood’daki Musso&Frank adlı restoranın barmeni Ruben Rueda, “tatlı bir Alman şarabı” olan Rieslings&Liebfraumilch’i bir daha dükkâna sokmama kararını o gün aldı. Yemekten önce iki şişe içermiş Bukowski o şaraptan ve Ruben sadece onun için sipariş edermiş... * * * Bukowski’yi okuyarak sık sık yâd eden sadık bir okuruyum. Son olarak 1991-1993 yılları arasındaki günlük notlarından oluşan ve ölümünün ardından 1997’de yayınlanan “The Captain Is Out To Lunch and The Sailors Have Taken Over The Ship/ Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfa Gemiyi Ele Geçirdi”yi gezdirdim yanımda. Gezi sonunda baktım “izdiham.com”un maytap bir haberi Aziz Üstel’in köşesinde patlamış. İzdiham.com, kurmaca haberler aracılığıyla gündemle kafa bulan bir site. Şöyle bir haber üfürmüşler: “Bukowski ömrünün son günlerinde tanıştığı Necmettin Erbakan’dan çok etkilenmiş ve onun için akrostiş yöntemiyle bir şiir yazmış.” Detaylar şahane. Bukowski çöp bidonunun yanında içerken Yasin Hatipoğlu ile tanışıyor. Hatipoğlu, Erbakan’dan bahsediyor, çok etkileniyor Baba ve “Bir şiir yazayım ben, çok coştum” noktasına geliyor. Şiirin ilk harflerini okuyup akrostişi çözünce Necmettin Erbakan’ın adı çıkıyor ortaya. İzdiham.com dalgasını geçmiş ama Aziz Üstel’in atlayacağı tutmuş ve bu şiiri gerçek diye köşesine taşımış. Şiir şöyle, bir tadımlık vereyim: “Niyaz etmezsin batıya bilirim/Emir Allah’tandır, Batılı nehy edersin...” Bukowski? Aziz Bey? * * * Bu habere başkası atlasa bu kadar yadırgamazdım. Aziz Üstel, Jim Thompson gibi büyük bir yazarı da başarıyla Türkçeye çevirmiş iyi bir okur, bir entelektüel olarak bilinir. Bukowski’yi bu kadar da mı tanımaz? Hiç mi şüphe duymaz? Pes Aziz Bey! (Bukowski’nin son günleri için Howard Sounes’in “Charles Bukowski: Locked In The Arms of A Crazy Life” adlı biyografisinden yararlandım. Canongate Books’tan çıkan 2010 baskısı.)