Paylaş
Kendimi ‘muhafazakâr’ olarak tanımlayabileceğim en net alan, gittiğim mekânlarla ilgilidir herhalde. Sevdiğim, ayağımın alıştığı restorana, bara, meyhaneye, çay bahçesine fanatizm seviyesinde bağlanırım.
Mönüsü, servis elemanları, dekoru -ki dekor sevmem, sade ve temiz iyidir- değişsin istemem; değişirse bozulurum, hatta çocuk gibi küserim ve bazen de gitmeyi keserim.
Müdavimi olduğum adresler semtlere göre kategorik olarak kafamda sıralıdır. Manyak gibi algılanmayı da göze alarak belirtmek isterim ki; sırayla yapacağım şeyler bile bellidir.
Mesela Kadıköy’e mi geçiyorum. Sahaflara gitmeden önce Adapazarı Islama Köftecisi ilk durak. Sahaf seferi sonrasında Moda’nın içlerine kadar ilerlediysem üşenmem, Burun’a yürürüm, Koço’da rakılanırım. Yok, Çarşı civarında kaldıysam öğrencilik yıllarından kalma alışkanlıkla Fasıl’a kurulurum soğuk bir bira için. Vapur öncesi de mutlaka Baylan’da Kup Griye. 100 Kadıköy seferimin 90’ı muhakkak böyle seyreder.
ŞU BİZİM BEYOĞLU
Beyoğlu’yla mazimiz epeyce eskidi sayılır. Sevdiğim pek çok dükkân kapandı. 1990’ların önemli bir bölümünü yaşadığımız Kaktüs gitti mesela ki Kaktüs örneğine sonra döneceğim. Hacı Salih gitti (Gezi’de mönü çıkarıyor. Gezi de alışkanlıklarım arasındadır ama eski yerin tadı olmuyor) falan filan.
Neyse ki İmroz yerli yerinde, Pasaj’daki Kime Ne (Tam adı Biz Bize Diz Dize Kime Ne’dir ve çok severim), devam ediyor. Kime Ne’de kapının önündeki iki kişilik masaya kalpten bağlıyımdır, kışın kakırdasam da orada oturmak isterim. Rahmetli babamın Krepen’de gittiği, beni de yanında götürdüğü Neşe yıllarından beri tanırım Kime Ne’nin işletmecisi Osman Bey’i. Zaten Neşe’yi işletmiş olan Bayram Bey’in (Bayram Amca) Seviç’i de hemen karşıdadır.
Kebap için Zübeyir, kafa sallamak için hâlâ Hayal ve Roxy ve Peyote, Nevizade’de geleni geçeni seyrederek biralanmak için Akdeniz, Asmalı’da Yakup (canımız Yakup Usta, nur içinde yatsın), güzel ve orijinal yemek/muhabbet için Ece, köfte için Hüseyin, çay/kahve için çoğunlukla sahaf arkadaşlarımdır adres.
Beşiktaş’ta köfteyi Şöhretler’de, çayı (tostu Zümrüt’ten alarak) Kambur’un Bahçesi’nde, ‘rakı/balık’ı yüzde yüz Hasbi’de ve Turgut’ta...
AH BE KAKTÜS
Bu mekânların ortak özellikleri personeliyle tanışmam, yediğime/içtiğime güven duymam ve -burası mühim- çok az değişime uğramaları veya hiç değişmemeleridir.
Hiç istemem değişmelerini. Değişince sanki biri gelip isteğim dışında evimin salonunu dekore etmiş gibi ürperirim! Ve değişimin çoğunlukla sonun başlangıcı olacağına inanırım.
Kaktüs örneği bunun iyi bir kanıtıdır. Yıllarca aynı personel -ki hepsi arkadaşımdır hâlâ- aynı mönü ve neredeyse aynı müşteri kitlesiyle tıkır tıkır çalışan Kaktüs’ü değiştirmeye karar verdikleri gün, müdavimler olarak toplu (ve gayet disiplinsiz) bir şekilde “Ah be abi!” demiştik.
Personel, dekor, mönü ve haliyle müşteri değişti. Gelen gideni arattı, son bir hamleyle kebapçı olmayı denediyse de kaçınılmaz olan gerçekleşti ve İmam Adnan Sokak’ta yıllarca dirsek çürütüp, kelime öğüttüğümüz mermer bar tezgâhı kapandı.
SAKIN DEĞİŞMESİN
Bu mevzuya destursuz dalmamı tetikleyen hadise hafta içi Teşvikiye’ye gittiğimde öğle yemeklerini yediğim restoranlardan birinin değişmesi. İşletmeci devretmiş. Devredenden memnundum, devredileni de işlettiği başka mekândan tanıyorum ve onlardan da memnunum. Fakat dakika bir, gol bir mönü değişmiş. İçerik değil de, görüntüsü değişmiş ve hiç olmamış.
Personel aynı neyse ki; eleştirilerimi sıralamaya başladım. Yeni işletmeci geldi, ‘parlak’ fikirlerimi (değiştirmeyin demekten ibaret bu arada!) sayıp döktüm, örnekler verdim, haklı olduğumu söyledi, dikkate alacağını belirtti filan. Ama sonra ekledi: “Dekorasyonu yenileyeceğiz.” Derinden bir “Ah be abi!” sesi yükselir bu noktada Teşvikiye semalarında... Bakalım...
Paylaş