Bir “Ooof, off” molası?

SİZİN için dünkü gazetelerden bir haber ve bir köşe yazısı seçtim.

Dayatılan gündemin dışında, “kullanıcının vicdan ayarlarını” kontrol etmesi gerektiğini hatırlatan bir haber ve bir köşe yazısı.
“MİT mi Emniyet mi, cemaat mi camia mı, şike mi değil mi, kurultay mı hazin bir dram mı” tarzı soruların gölgesinden çıkmasını, sesinin duyulmasını istediğim iki metin, iki “hadise”...
Leyla’nın ve Engin’in hikâyeleri.
“Gelecek nesil dindar mı olur, tinerci mi” kapsamında da okuyabilirsiniz tabii, gündemle dirsek temasını kesmemek konusunda ısrarcıysanız.
* * *
Kürşat Bumin’in dünkü Yeni Şafak’ta yayınlanan “Zalim dünya: Dirisi ancak 457 lira, ölüsü ise 36 bin lira ediyor” başlıklı yazısını baştan sona okumanızı gönülden dilerim.
Devrin, konjonktürün vicdanıyla değil kendi vicdanıyla konuşan, kelimelerine çok değer verdiğim bir yazardır Kürşat Bumin.
Dün, Engin Çeber’in hayatına “bilirkişi” tarafından biçilen değeri sorguluyordu.
Kimdi Engin Çeber?
Ekim 2008’de, Metris Cezaevi’nde işkencede öldürülen genç. Suçu, dergi dağıtmaktı.
Devlet aldı, ölüsünü verdi ailesine Engin’in.
* * *
Davanın seyri ayrı bir dram; ama Bumin’in dikkat çektiği “hesaplama”yla hepimizin, başta da ülkeyi yönetenlerin yüzleşmesi gerekiyor.
Bumin’in yazısından aynen aktarıyorum işkencede öldürülen Engin’in hayatının bedelini ve nasıl hesaplandığını:
“...Peki ‘bilirkişi’ 36 bin liralık bedele hangi hesap-kitaptan sonra ulaşmış. İşin bu yönü daha da kabul edilemez türden. ‘Bilirkişi’ şöyle bir hesap yapıyor; Engin Çeber öldürüldüğünde 29 yaşında işsiz bir gençtir; Çeber yaşasaydı “istatistiklere göre” önünde 38 yıl ömrü olacaktı. Emeklilik için yaş haddi memurda şu kadar, işçide bu kadar olduğuna göre, Engin 31 yıl sonra emeklilik hakkını alacaktı; Çeber (yaşasaydı) muhtemelen evlenecek ve iki çocuk sahibi olacaktı; geliri de 467 liradan ibaret olurdu; böylece (yani Çeber yaşasaydı) babasına 17, annesine 20 yıl bakabilecekti; bu durumda annesine 19 bin 359, babasına ise (erkekler kadınlardan daha az yaşadığı için!) 16 bin 911 lira düşerdi. Demek ki 36 bin lira tazminat bu hesabın kapatılması için en makul rakamdı...”
* * *
Vicdanlar bu noktada bir “Ooof, of!” çeksin, yolumuza Leyla’nın hikâyesiyle devam edelim.
* * *
Leyla Yalçınkaya, Erzurum’un Bağlarbaşı beldesinde yapılması planlanan hidroelektrik santralına karşı çıkanlar arasındaydı.
Ailesiyle, akrabalarıyla, köylüleriyle birlikte HES’e karşı çıkmak için düzenlenen protesto eylemine katıldı.
Leyla eyleme katıldığında 17 yaşındaydı.
Hakkında dava açıldı, Tortum Sulh Ceza Mahkemesi, o günlerde haberlere yansıyan bir ceza aldı: “HES çalışma alanlarında bulunmama ve eylemlere katılanlarla görüşmeme...”
Ne anlama geliyordu bu ceza örnek vereyim.
Leyla’nın “görüşmesi yasaklanan” isimler arasında akrabaları, hatta babaannesi bile vardı!
Leyla babaannesiyle görüşemiyor. “Mecbur kalırsa”, üçüncü şahıslar aracılığıyla haber yolluyorlarmış birbirlerine.
Mesela “Bayram” mı geldi. Leyla görüşmesinde halen sakınca bulunmayan birine “Babaaneme iyi bayramlar diliyorum” diyor, o şahıs gidiyor dileğini iletiyor filan...
Niye?
Babaanne de eylemci çünkü!
Şimdi Leyla için, 17 yaşında bir kız için jandarmayı dövdüğü iddiasıyla 3 ayrı dava daha açıldı; 9 yıl hapsi isteniyor.
Dünkü Cumhuriyet’in bu haber için seçtiği başlık şöyleydi:
“Bak şu Leyla’nın yaptığına!”
* * *
Bir “Ooof, of!” arası daha verelim mi?
* * *
Cezaevlerinde onlarca, yüzlerce öğrenci var. Gelecek nesil nasıl olacak kestirebilene aşk olsun.
Ancak bu manzaraya bakıldığında toprağını korumayan, dergi dağıtmayan, konser afişi asmayan, parasız eğitim talebini pankartla duyurmayan, kampus içinde yumurtayla gezmeyen gençler daha bir şanslı olacak sanki.
Son bir “Ooof, of” molası ister miyiz?
Ben de öyle düşünmüştüm.
Of!
Yazarın Tüm Yazıları