Paylaş
Rakı/balık yapamama endişesi gibi bir endişe değil bu!
Kullanılan dil, liderlerin söylev şehveti, “Biz ayrı kampların insanıyız Mualla!” durumunun giderek keskinleşmesi; bunlar endişe verici.
Liderlerin çocukça “Seni at tepmişti!.. Sen de merdiveni tersinden yürüdün!..” tarzı itişmelerine bakıp “Hımmm demek bizi ya at tepmiş biri yönetecek ya da merdivende yönünü bulamayan biri” diye endişelenmek de mümkün ama oraya takılmayalım.
Hem iki kazayı da gayet sempatik bulduğumu, bunun nedeninin de rahatlıkla benim başıma gelebileceğini bilmemden kaynaklandığını söylemeliyim!
Zaten liderlerin ağzına biber süreceksek (ki sürmeliyiz), medyanın diline, zihnine biber tohumu ekip yetişmesini beklememiz gerek (ki ekmeliyiz!..)
Partiliden çok partici, liderden çok liderci yazarların köşelerinden hakaret, küfür, cinsel aşağılama (homofobinin tedavisi mümkündür ama önce durumu kabullenip istemek gerekiyor!) akıyor.
Affınıza sığınarak yazıyorum: “Puşt... Yavşak... Gerizekalı... Yalaka...” gibi hakaretler köşelerde gırla gidiyor.
Kendisi gibi düşünmeyeni aptallıkla, faşistlikle, yalakalıkla, yobazlıkla suçlamak “fikir yazarlığı” olarak sunuluyor.
Dönemin ruhuna uygun şekilde söylemek zorunda kalırsak “Lider yelleniyor, yazar kanalizasyon tıkıyor...”
Haziran 2011 seçimine bir memleket küfür küfür esen bir hakaret rüzgarının önüne katılmış olarak gidiyor.
Hepimize kolay gelsin.
Çeviri hatası neyse de...
TARİH dergilerine bayılırım.
1960’ların Hayat Tarih, Tarih Konuşuyor gibi popüler, sansasyonel dergilerini de severim, tarih bilimini yücelten daha bilimsel olanları da.
Tarih Vakfı tarafından yayınlanan Toplumsal Tarih yıllardır takip ettiğim zihin açıcı bir dergidir.
Şubat sayısı (No: 206) yine harikaydı.
Mehmet Ö. Alkan’ın Komünist Manifesto ile ilgili harikulade notlar aktardığı “Brüksel’den İstanbul’a Manifesto Üzerine Notlar” başlıklı yazısını hayranlıkla okudum.
* * *
Bu yazı sayesinde, Karl Marks ve Friedrich Engels’in kaleme aldıkları, ilk kez 1848’de yayınlanan Komünist Manifesto’nun 1887’de İstanbul’da Ermenice yayınlanmasının düşünüldüğünü ancak yayıncının ve çevirmenin korkarak vazgeçtiklerini öğrendim.
Yine aynı yazı sayesinde Brüksel’in meşhur tarihi meydanındaki (Grand-Place) “Kuğulu Ev”in Komünist Manifesto’nun yazıldığı yer olduğunu, bugün son derece lüks bir restorana ev sahipliği yaptığını ve restoran sahiplerinin bu durumu hatırlamaktan pek hoşlanmadıklarını öğrendim.
* * *
Alkan’ın makalesinde beni sarsan asıl “şok gelişme” ise Komünist Manifesto’nun 1935’te Türkiye’de ders olarak okutulmasını öğrenmek oldu.
Suphi Nuri İleri, Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’nde okuttuğu “Koperativler” adlı kitabın 300 ile 322’nci sayfaları arasında Kerim Sadi’nin “Manifesto” çevirisine yer vermiş.
Komünist Manifesto 1936’da yasaklanıp toplattırıldığına göre “Koperativler”in ömrü de uzun olmamıştır herhalde.
* * *
Toplumsal Tarih’in son sayfalarında yer alan “Bir Çeviri Komedisi” başlıklı kitap eleştirisinden de bahsetmem şart.
Pamukkale Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Turhan Kaçar tarafından kaleme alınan eleştiri E.A. Thompson’un “The Huns” adlı kitabının “Hunlar” adıyla yapılan çevirisiyle ilgili.
Eleştiriyi “Ne kadar kötü bir çeviri olabilir ki?” diyerek okumaya başladım.
Turhan Kaçar bu soruma gayet tatmin edici yanıtlar içeren eleştiri yazısında pek çok vahim çeviriyi örneklerle veriyor.
Ama asıl yıkıcı olan bölümü eleştirmenin satırlarıyla aktarmak isterim affınıza sığınarak:
“...Yazarın adı Edward olduğu halde Türkçe kapakta Elizabeth olarak basılmış ve aynı hata arka kapakta yer alan kısa biyografik notta da tekrar edilmiştir.
Eserin İngilizce aslının kapağında yazar adı E.A. olarak yazılmış, ancak Türkçesini hazırlayanlar ona ‘Elizabeth’ adını uygun görerek yazarın cinsiyetini de değiştirmişlerdir!”
Gel şimdi güvenip oku bakalım kitabı.
Çeviri hatası neyse de...
Hiç güleceğim yoktu.
Paylaş