Kendi kuyruğuyla boğuşurken heyecandan ölecek hale gelen bir tip...
Karşıma geçmiş, kendi hayalinde oluşturduğu bir heyecan kasırgasının içinde yuvarlanıp durmakta.Gri beyaz bir kedi. Bildiğimiz sokak kedisi.Yavruluktan ergenliğe geçiş sürecinde, ama hálá çocuk.Duruyor, televizyon ekranında beliren tenisçilere şöyle bir pati servisi göstersem mi gibilerden bakıyor...Sonra hemen vazgeçiyor.Vücudunu halının üzerine perde aralığından düşen güneşe denk getirecek şekilde devirip, büyük ihtimal dev bir yılan olarak algıladığı kuyruğuna girişiyor.*Arada bir pati de, hemen uzanabileceği şekilde duran, adını bilmediğim ama altı yıldır benimle yaşayan bitkiye iniyor.Bitki dile gelse "Sahip! Bu canavarı niye getirdin kendi çapında huzurlu yuvamıza?" diyecek.Onun yanında, yine adını bilmediğim ama beş yıldır evde dikine gelişimine şahitlik ettiğim iri yapraklı bitki durmakta.Asıl o dile gelirse ufak saksıdaki kadar efendi konuşmayabilir.Kedinin ani atağı karşısında uzun bitkinin sadece üst dalları ve yaprakları kaldı.Alt tarafa böyle "biçer-döversel" bir saldırı gerçekleşip tip de çakma palmiyeye dönünce uzun bitki küstü.*Peki nereden çıktı bu kedi?Santrfüj efektiyle geriye dönmek gerekiyor anlatmak için...Bazı yakın arkadaşlarımı ayrı tutarak konuşmak gerekirse hayvanlarla alakam hep "uzaktan aşk" şeklinde gelişti.Çocukken mahallemizin köpeği olan Maks ve eve getirip ertesi gün götürmek durumunda kaldığım minik kedi dışında Moda’daki öğrenci evine kadar bir hayvanla yakınlaşmak imkanı olmadı.Adı önce Ramazan, sonra kısaca Ramo olan kedi; deniz hukukuna çalışırken kafayı yiyen bir arkadaşımızın tuhaf deneylerine maruz kaldıktan sonra genlerine başvurarak içindeki panteri ortaya çıkartmıştı.Star 88’de Bulutsuzluk Özlemi dinleyip geç saatte eve döndüğümüz bir gece pati darbelerini ayarlayamayıp, üzerimizde patinaj çekecek kadar gözü dönen Ramo’yu sevgili arkadaşımız Rüçhan’ın bir nevi hayvanlar için sanatoryum olan evine bırakmıştık.Ramo sonraki yıllarda Moda-Bahariye civarının en bıçkın kedisi olarak nam saldı.Arada sırada sokakta karşılaştığımızda, N’aber yiğenim, bi akşam rakı açın da eski günleri yadedelim ehe-ehe!" gibilerden sırıtırdı...*Kaktüs Kahvesi’nin ilk kedisi Kaktüs, İstiklal’de Benetton’un önünde yatan ihtiyar köpek gibi tiplerle yakınlığımı korudum fakat yaşadığım eve hayvan almadım.Eve almadım derken, Martı Gövö seyrettiğim televizyon kanalına müdahale edecek kadar yakın aslında.Bir de apartmanda her katın başka isimle çağırdığı kedi yaşamakta, onu unutmayalım.Neyse...Birkaç ay önce ikinci bir Maks girişiminde bulundum fakat yürümedi.Ancak bu yürümeyen ilişki, içimdeki bir mekanizmayı çalıştırdı ve ben sokak hayvanlarına iyice yılışmaya başladım.Gümüşsuyu-Tünel hattındaki bütün köpekler "Abi kaçın, kulaktaki belediye mührünü sallaya sallaya seviyor bu sakallı adam!" diyerek kaçışacak hale geldi.Kediler hızlı ve huylu olduğundan kaçıyor, fakat sokak köpeğini yakaladığımda yoğurmadan bırakmıyorum...*Bu süreçte daha önce evine hırsız giren ve hırsızın ev telefonunu çaldığını sanan Topesto’nun kuzeni de maceraya dahil oldu.Onun "Ben İran kedisi istiyorum ama molla da olmasın Şah yanlısı da..." diyerek sahneye giriş yapması üzerine hanımefendiye kedi aramaya başladık.Riko "Benim sarmanı verelim işte..." dedi fakat hanımefendi koşup koşup burnunu duvarda düzletmiş model istedi.Arama/tarama sürecinde iki kedi belirdi ufukta.Biri tam hanımefendinin istediği tipte.Avucuma oturmayı ve patileriyle bıyığıma tutunup kulağıma birşeyler mırıldanmak için omzuma tırmanmayı seven mavi gözlü kedinin adı Molla Felix oldu.Fakat Topesto’nun kuzeni Molla kısmına itiraz etti, "Konjonktüre uygun..." filan dedik dinletemedik, adı kısaca Felix kaldı.*Tahmin ettiğiniz üzere ikinci kedi şu anda Bobby Fuller Four plağının üzerinde oturduğu için başına geleceklerden habersiz vaziyette yalanan eleman...İşi gücü kendi yarattığı maceralarla uğraşmak olan, pati ataklarını zamanla azaltmayı umduğum, gece nerede bırakırsam bırakayım sabah yastıkta tepemde bulduğum bu zırtapozun adına gelince...*Görenler "Putin olsun adı" dediler, "Diktatör ismi vermem" diye karşı çıktım.Kahramanlarımdan kaleci Andoni Zubizarreta’nın anısına "Zubi" demeye eğilimliydim fakat iyi kalecilik yetenekleri bile bu ismi kapması için yetmedi.Benim ve komşunun evini haftada bir kez gelip temizleyen kız Ermeni. "Buna bir isim koyalım. Ermenice kedi ne demek?" diye sordum, "Katu" dedi.Bir süre "Katu" dedim ama sonra "Katu ne demek?" diye soranlara açıklama yapmaktan sıkıldım ve vazgeçtim.*"Zubi değil bu, Katu da değil, Putin hiç değil, başka bir şey... Neyse Komançi modeli, Kızılderili hesabı; kendi belirlesin adını zamanla..." diyerek kediyi de kendimle beraber zamanın akışına bıraktım.Zaten kendisinin de bu detaya takıldığını sanmıyorum.Şimdi iki nörotik tip şeklinde birbirimizi sınayarak aynı evde yaşamaktan memnunuz.Plakların üzerine çıktığında çıkardığım "Höyyyyt!" sesini bir adet Galatasaray logolu terliğin takip ettiğini anlamışa benziyor.Anladı ve bunu da oyun sanıp iyice coştu."Höyt diyorum, evet sana diyorum... İn ulan Bob Marley’in üstünden..."Bir kedi ve ben. Dur bakalım ne yapıyoruz?..