Geçen hafta sonu Galatasaray-Badalona basketbol maçı için İtalya’daydım.
Bir maç, iki gece, iki şehir: Milano ve Torino.
Torino’da daha önce yine bir Galatasaray maçı için bulunduğumdan kafamda "lüzumlu yerler planı" oluşturmuşum.
Dolaşırken yön bulma duygumu diri tutacak, kerteriz alacağım yüksek bina yerinde durduktan sonra pek problem yok.
Meydanı biliyorum, hepimizin bulmacalardan tanıdığı Po Nehri’ni bulup "Senin ovanı da biliriz biz" demişliğim var, plakçılar ve dünyanın en harbi ’rugby’ tişörtü mağazası ezberimde.
Fakat orada maç dışında pek vaktim yok.
Rock&Folk Records adlı, kasasında yaşlı ve nece konuşursanız konuşun İtalyanca cevap veren yaşlı kadınla "eski tüfek rock’çı" model oğlunun durduğu plakçıya nokta operasyon düzenleyeceğim.
Belki bir de rugby tişörtü...
*
Milano sokakları seçim propaganda afişleriyle kaplı.
O afişler de olmasa 1-2 gün içinde mühim bir seçim yapılacağını anlamayamaz insan.
Milano’ya gidip meşhur operayı, La Scala’yı görmek, gotik katedrali gezmek gerekir di mi?
Katedral görüldü, zaten görülmeyecek gibi değil mübarek!
İsa’nın yenilenmiş "Son Yemek" tablosunu görmeyi isterdim fakat 15’er kişilik ekipler halinde randevuyla geziliyor.
Hem detaylı hem de çok beklemek gereken bir iş.
Tercihimi çoğu zaman yaptığım gibi plakçı bulmaktan (bu sayede şehri de geziyorum) yana kullandım.
Yöntem belli: İlk müzik dükkanına girdim, uzun saçlı ve umutsuz (aynı gençliğim!) bir tezgahtar buldum ve "İkinci el plak. Sekundo vaziyeti?.. Kapiş?.." dedim.
Eleman kalem kağıt aldı, harika bir solak performansı sunarak düzgün harflerle bir cadde ve dükkan adı yazdı.
"Eyvallah koç, çak bir çinko!" diyerek yola koyuldum.
Taksici caddenin adını okuyunca "Emin misin? Tekin yer değildir" dedi.
İçimden "Of! Film gibi, heyecana gel" dedim ve "İstanbul’da yaşıyorum" şeklinde çeviri yaptım şoföre.
Cadde gayet tekindi.
Göçmenlerin yaşadığı, fakir ve suçun normal kabul edildiği mahallelerden.
Köşebaşlarında dünya apaşlarının ortak tarzı olan spor ayakkabı, blucin ve kapüşonlu sweatshirt giymiş sert mahalle çocukları duruyor.
Gündüz müşterileri geceden fazla olan barlar, Çin lokantaları, kebapçılar, ucuzcu marketler, internet cafe’ler. Fakir mahallelerin alamet-i farikası küçük dükkanlar işte...
Plakçıyı buldum, iyi plaklar aldım, tutumlu davrandım, bir bara girip kahve içtim, plakları inceledim ve şehir merkezine yürüyerek döndüm.
*
Kendimi güzel yemekler arasında kaybetmeye hazırlanırken otelin yakınlarında gördüğüm bir bara girmeye, bir tek atmaya karar verdim.
Barmenden benden önceki müşteriye hazırladığı kokteyli ağır hareketlerle tekrar etmesini istedim.
Nasıl yaptığını yine anlamadım ama güzel bir kokteyldi.
"Evde denememek daha iyi" diyerek sigara içen insanların yanına, dışarıya çıktım.
Güzel müzik, iyi içki, havada tatlı kokulu bir serinlik, neşeli insanlar.
İşin en güzeli tanıdık yok, kimseyle konuşmak zorunda değilim...
"Oh be!" derken yanımda çiçek demetiyle birlikte bir eleman belirdi.
"No canım! Yalnızım, içkinin yanında meze olarak da baygın gül yemem!" dedim kısaca.
"Ver ar yu fırom misterrrr?" dedi sırıtarak.
"İstanbul" dedim.
"Yu müzlim? Bengıladej ben, kardeş ben cendarma abi!"
"Bangladeş ha?"
"Cendarma abi, ekmek var mı ekmek? Müzlim ben abi!"
*
Kapağı Avrupa’ya atabilmiş "şanslı" mültecilerden biriyle karşı karşıyaydım.
Bir anda onun için çok sevindim.
"Bana cendarma deyip durma, no cendarma, kardeş ben sadece..."
"Müzlüman, müzlüman... Aç ben abi."
"Vicdanı Milano’da akşam vakti Bangladeşli’ye çarptırmak da varmış kaderde" diyerek blucinin küçük cebindeki bozukluklara uzandım ve çıkan "bir yuro yirmi yuro sent"i uzattım.
"Fayf yuro" dedi, kocaman sırıtarak.
"Cendarma sana ’Çüş!’ dememiş herhalde? Ne beş yuro’su müzlim kardeş?"
"Fayf yuro abi!"
"Al şu iki yuro yirmi sent’i uza... Çiçek de istemez, halkların dayanışmasına bu kadar katkı yeter" derken cep cırladı, arayan Topesto.
*
"Kocaoğlan n’aber?"
"Milano’da Bangladeşli çiçekçi bir arkadaşla almadığım çiçek üzerine pazarlık yapıyorum. İçkim güzel fakat adını bilmiyorum."
"Yani, baktın bu geyik sarmadı; hooop başka geyiğe durumu."
"Aynen öyle. Ayrıca sabah plakçıda cimrilik yaptığımı düşünüyorum. O Smiths 45’liğine 25 yuro verilirdi aslında..."
"Bangladeşli’ye selam, geyiğe devam o zaman."
"Sen niye aramıştın?" demeye kalmadan kapattı.
İçkiyi bitirdim, akşam kalabalığının aktığı yönde ilerlemeye başladım.
Bir kadın elinde şarapla (pet bardakta) karşımda belirdi.
İtalya’nın herhangi bir bayramı veya seyranı mı acaba? Ah, tabii seçim hadisesi.
İtalya’da seçimin en güzel yanı, propaganda için şarap kulllanabiliyorlar!
Kadehe uzanırken "Hangi parti?" diye baktım, Berlusconi’ymiş.
"Tavır her yerde tavırdır" diyerek şarabı reddettim ve Bangladeşli çiçekçilere denk gelmeyecek şekilde yoluma devam ettim.