GEÇEN hafta Barcelona-Galatasaray maçından önce 4 kişilik bir ekip halinde bu güzel kenti gezme kararı alıyoruz.
Futbol meraklılarının dünya üzerindeki sayılı mabetlerinden Nou Camp'ı, Barcelona Kulübü'nün müzesini gezip kıskançlıktan çatlayacak kıvama geliyoruz önce.
‘‘Bir futbol kulübünün müzesi, insanı nasıl çatlatır canım’’ demeyin. Müzede Miro'nun Barcelona için çizdiği tabloyu filan görüyorsunuz. Bu bir spor kulübünün müzesi olmaktan öte, harbiden bir sanat müzesi...
Hayranlık ve kıskanarak ölme isteği arasında gidip geliyoruz. Bu esnada ortadan yok olan bir eleman elinde enteresan fotoğraflarla dönüyor yanımıza.
Fotoğrafta bizim eleman Saviola'yla gol sevinci yaşıyor. Barcelona Kulübü, stadlarını ziyaret edenlere belli bir ücret sayesinde böyle bir imkan tanıyor.
Yani tabii ki Saviola'yı getirip ‘‘Şu elemana sarıl da bi fotoğraf çektirsin’’ demiyor. Fotomontajla çözülüyor bu iş.
Bu arada arka planda tribünler filan çıldırmış vaziyette gözüküyor. Bayağı iyi bir fotomontaj...
***
Dört arkadaş ve fotomontaj, Barcelona'daki turu hızlandırmaya karar veriyoruz. Saviola'yla gol sevinci paylaşan eleman, durumun dalağını yarmaya meyilli.
Takside La Sagrada Familia'ya doğru ilerlerken, ‘‘Abi aslında insan bu fotoğrafla milleti kandırabilir ha... 10 sene sonra filan 'Barcelona'da top oynamıştım' deyip bu fotoğrafı göstersen yerler bence...’’ demeye başlıyor.
Ama eleman abartma konusunda hayli iddialı: ‘‘Bak ağbi, şimdi benim seneye çocuğum olsa... Ben evin bir köşesini Barceloa köşesi yapsam... Buradan aldığım bayraklar filan; araya bir iki tane tel maşa kupa serpiştirsem... Bu fotoğrafı da göbeğe koysam. Çocuğa iki yaşından itibaren 'Ben Barcelona'da futbol oynuyordum. Adım Patrick Kluivert'ti... Sonra Müslüman olup Hamza adını aldım' desem, çocuk inanmaz mı babasının Barça'da top oynadığına...’’
Baktık iş ciddiye biniyor, müdahale ettik: ‘‘Birader sen harbiden hastasın. Ya, insan çocuğunu böyle kandırır mı? Haydi kandırdın diyelim, bari Kluivert olduğunu iddia etme. Kluivert'in siyah olduğunu biliyorsun di mi güzel abicim?...’’
‘‘Haa, olmaz tabii’’ dedi şuursuz yaratık...
Kafasına vurduk bir tane tabii ki!
***
La Sagrada Familia, Gaudi'nin muhteşem eserlerinden sadece biri. Bu enteresan eseri anlatmak için millet tuğla gibi kitaplar yazıyor, biz burada üç cümlede anlatamayız nasıl olsa...
Ama şöyle söyleyeyim, kafayı hafiften çatlatmış olanlar, merdivenleri kullanarak bu görkemli yapının tepesine tırmanmaya kalkabiliyor. Normal insanlar ya etrafında şöyle bir dolaşıyor, ya da asansörü kullanıyor.
Biz toplu halde düşünme yeteneğimizi kaybetmiş dört insan olduğumuzdan, ‘‘Haydi merdivenlerden çıkalım’’ dedik...
Arkadaşlar, Barcelona'ya giderseniz ve kaya tırmanışıyla filan bir bağlantınız yoksa La Sagrada Familia'ya merdivenle tırmanmayınız. Eğer dört kişiyseniz ve bunlardan ikisinin yükseklik korkusu varsa, bunu aklınızdan bile geçirmeyiniz.
Ulaşabileceğimiz en üst noktaya vardığımızda, dillerimiz kravat gibi sarkıyordu. Son nefesimizi La Sagrada Familia'nın tepesinde ‘‘Herh zamanh hherh yerdhe enh böyükh jimbom’’ diyerek tükettikten sonra, inişe geçtik.
Herhalde 1000 merdiven inmişizdir. Yolun sonuna geldiğimizde karşımıza bir kapı çıktı. En önde ben gittiğim için kapıyı şöyle bir tuttum ve kendime doğru çektim... Inınının! Açılmadı alçak!
Daha sonra, o anki surat ifademi ‘‘Elindeki bombanın fünyesinin çekilmiş olduğunu fark eden bir askere’’ benzettiklerini söylediler.
Can havliyle arkama dönüp ‘‘Kapıh! Kapıh kapalığh!’’ diye bağırdım. arkamdaki eleman, suratıma ‘‘Ne diyo bu salak be!’’ gibilerden baktı ve kapıyı itti. Meğer dışarı doğru açılıyormuş...