Bana tıytılım deme

NİHAYET atlattık Sevgililer Günü'nü. Yanlış anlaşılmasın kalbi taş olmuş bir insan değilim, Sevgililer Günü'nü komik ve gereksiz bulmama rağmen kutlanmasına karşı olduğum da söylenemez.

Fakat insan Zincirlikuyu Mezarlığı'nın önünde kalp şeklinde balon satan birini görünce veya sabah sabah gazeteyi açtığında birbirlerine ‘‘Tıytılım, aşkişim, devekuşum, ibibiğim, sümbülüm veya ne bileyim muşambam’’ şeklinde hitap eden insanlar görünce haliyle tedirgin oluyor biraz.

Kişisel kanaatimce, birbirine bu şekillerde hitap eden sevgililerin ilişkilerini bir daha gözden geçirmelerinde fayda var. Bana bir kadın ‘‘Aşkişim’’ filan derse, son gördüğü şey ensem olur herhalde.

Pembe oyuncak ayı, kalp şeklinde pikaçu (kalbin her şeye uyarlanabilir olması da başlıbaşına bir konu zaten) vesaire de sinir bozuyor haliyle.

* * *

Fakat tabii ki insanlar birbirlerini sevsin, hepimiz mutlu olalım, el ele tutuşup sevgi çemberi oluşturalım, çiçekçiler para kazansın, barlar enteresan geceler yapsın... Yeter ki bütün bunlar benden uzak dursun.

Hayatımın en güzel Sevgililer Günü'nü geçen yıl yaşadım. Biraz enteresan bir kutlamaydı ama çok manalıydı.

Geçen yıl Galatasaray - Deportivo La Coruna maçı 14 Şubat'a denk geliyordu. Ben ve benim gibi 20 bin 157 hasta ruh (UEFA istatistik kitabına bakıp yazıyorum, bizde yalan yok), pek sevgili Galatasaray'ımızı tercih etmiştik.

Suat da 11'inci dakikada golü çakarak, sevgimizin karşılıksız olmadığını göstermişti. O gün kapalı tribünde açılan pankart da çok manidardı. Dev bir kalp vardı pankartta ve üzerinde ‘‘Only You’’ (Sadece Sen) yazıyordu.

Orada olmayanlar için hastalık belirtisi olarak görülebilir bu durum, fakat biz samimi söylüyorum, çok mutluyduk. Zaten futbol fanatikleri boşuna dememişler, ‘‘İnsan hayatta bir kez aşık olur, biz her pazar’’ diye...

* * *

İkinci favori Sevgililer Günü hikayemde üç kişi var. Ben olaya dahil değilim fakat üç kahramanı da tanıyorum.

Dikkatli okurlar, bu hikayeyi hatırlayabilir. Ben yazmamıştım ama gazeteye bir şekilde yansımıştı.

Üst düzey bir yönetici olayın baş kahramanı. Kendi doğumgünü de dahil olmak üzere hiçbir özel günle ilişkisi yoktur. Böyle bir şuur gelişmemiş diyelim kısaca.

O gün Ankara'ya gitmesi gerekiyor. Buraya kadar iyi, özgür bir insan, istediğini yapabilir. Fakat kendisine bir kurban seçiyor. Bu noktadan sonra kısaca ‘‘Kurban’’ olarak anacağımız arkadaş, ‘‘Sör, bugün 14 Şubat Sevgililer Günü, Demirbank iyi günler diler’’ diyemiyor bir türlü.

Hoooop, Ankara'ya uçuyor bunlar. İşlerini hallediyorlar ve yemeğe gidiyorlar.

Film burdan sonra kopuyor. 14 Şubat olduğu için restoranın bütün masaları iki kişilik hazırlanmış.

Mutlu çiftler gelecekler, romantik bir yemek yiyecekler, başbaşa kalacaklar... Klasik hikaye işte.

Böyle bir ambiansa iki yetişkin erkeğin girmesi biraz tuhaf karşılanıyor. Neticede Londra'nın Soho'sunda değiliz. Ankara'nın Çankaya semti burası.

* * *

Masada her şey kalp şeklinde tasarlanmış. Kaşığın sapından ekmeklere, masa örtüsünden gelen makarnaların biçimine kadar her şey kalp şeklinde.

Manzarayı gözünüzün önünde canlandırmaya çalışın lütfen. Bu arada üçüncü şahıs devreye giriyor. Koca restoranın en tuhaf üçlüsü (tek üçlüsü demek daha doğru olur) böylece oluşuyor.

Sahneye üçüncü sıradan giren kişinin elinde bir anayasa kitapçığı olması (Cumhurbaşkanı Sezer'in Başbakan Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlattığı günler yaşanıyor) ve bu kitapçığı masaya fırlatması, mekanda kalan son romantizm kırıntılarını da ortadan kaldırıveriyor.

Bütün bunlar olup biterken, özel gün şuuru gelişmemiş üst düzey yönetici nihayet ortamda bir tuhaflık olduğunu fark ediyor ve ‘‘Yahu niye her şey kalp şeklinde burada?..’’

Sinirleri artık laçka olan Kurban, gözyaşlarını daha fazla tutamıyor ve sadece ‘‘Bugün Sevgililer Günü’’ diyebiliyor.

Yönetici ‘‘Eh, senin sevgilin yok mu, niye buradasın?’’ diye soruyor bu kez. Yani o dakika Kurban fiziksel müdahalede bulunsa ve mahkemeye çıkarılsa beraat eder.

Bu arada ‘‘Kurban’’ın manital pozisyonu yalan olmuş bile. Çünkü sevgili İstanbul'da özel bir ambians yaratmış, otelde yer ayrıltılmış filan..

O dakikadan itibaren, İstanbul'daki sevgiliyle canlı telefon bağlantısı kuruluyor ve bu durum açıklanmaya çalışılıyor.

Kızı ikna edebiliyorlar mı? Nedense bu hikayeyi her dinleyişimde benim de aklıma bu soru geliyor ama sormaya üşeniyorum...
Yazarın Tüm Yazıları