Astronotun heykeli Huysuz’un heykeli

HAYAL kurmak bedava.

Bir gün çok param olursa, hayalle gerçeği karıştıracak kadar çok param olursa, şöyle bir yer açabilirim:

Geniş, ferah, yeşilliklere bakan bir mekán. Güzel kitaplar ve iyi müzik var.

Bir de sevdiğim insanların, yazarların, müzisyenlerin heykelleri olacak.

Bu heykeller "doğal bir şekilde" yayılacak mekána.

Oğuz Atay barda dikilecek, Can Yücel rakı masasında.

Sevgilisinden ayrılan, kafayı Edip Cansever’in omzuna yaslayıp ağlayarak teselli bulacak.

Gençlik Freud’un yanındaki kanepeye uzanıp "Sigmund Abi! Hayat kısa, değmez bi kıza; di mi abi?" diye içini dökecek.

İsteyen Hıncal Uluç heykeliyle polemiğe girecek, isteyen Engin Ardıç’ın enseye hafif bir şaplak indirip "Pardayanlar’ı yazdığın dönemi sen de özlüyor musun asabi şey?!" diyecek.

Kızlar, Ayhan Işık’ın üstü açık Chevrolet’sinde babanın yanındaki koltuğa kurulup "manita aynası"nda makyaj tazeleyecek.

Isabelle Adjani, kırmızı mini eteğiyle pardösünüzü omzuna sarmanızı bekleyecek.

Multi fonksiyonel bir Madam Tussaud Müzesi düşünün.

İşte öyle bir şey...

* * *

Bir gün bu mekán açılırsa, baş köşeye ABD’li Astronot Jim Reilly ve rahmetli Huysuz İhtiyar Oğuz Aral kurulmalı...

Niye mi?

Jim Reilly’nin Marmaris’teki heykeli, vandallar tarafından kaidesinden sökülüp denize atıldı geçenlerde.

Yaptığımız jesti kollarını kırıp Ege’ye gömdük.

Neyse heykel bulundu, astronot dünyaya döndü!

Jim Reilly, hurriyet.com.tr’ye yolladığı elektronik postada, "Olur böyle şeyler. Vandal her yerde var. Fezada buluşalım, sevgiler" demiş.

İyi yürekli bir insanmış, umarım heykeli huzur bulur.

* * *

Oğuz Abi’ye gelince...

Tanıdığım kadarıyla yaşarken "Heykelini dikeceğiz" deseler Huysuz’un cevabı şöyle olurdu:

"Höyyt! Git sen kendi heykelini dik!

Heykelimi dikecekmiş. Dik de tepeme kuşlar mıçsın, kaideme Bekir’in itleri çiş yapsın, gölgemde sivilceli oğlanlar kızları mıncıklasın...

İstemem heykel!"

Ama sevenleri, öğrencileri Cihangir’de bir parka heykelini diktiler ölümünden sonra.

Açılışına gittik falan filan.

Sonra heykele saldırılar başladı.

Yaktılar, yıktılar, parçaladılar. Huzur vermediler Huysuz’a!

Geçenlerde yolum Cihangir’e düştü.

Baktım park tamamen kaldırılmış.

Atmıyorum, park artık yok. İnşaat var.

Yazıya miras havasında düğüm atalım.

Hiç ihtimal vermiyorum fakat bir gün heykelim dikilecek kadar büyük bir enayilik yaparsam, zahmet etmeyin.

Hayalimdeki mekán açıldıysa mesele yok.

Bara, tuvalete, portmantoya filan dikiniz heykelimi.

Ama yoksa istemem, hakikaten istemem!

Postmodern Battal Gazi fıkrası

FIKRAYI ben uydurdum, saçmalık ayarıyla oynamayınız.

Battal Gazi yine normal mesaisinde, saray muhafızlarından kaçmakta.

O sırada memlekette kriz var fakat Battal kendi işine bakıyor; öpecek Prenses, marizleyecek Prens arıyor, arada da hancı dövüp han dağıtıyor.

Yine handa oturmuş kuzu budu dişlerken kapı açılıyor ve muhafızlar dalıyor mekána.

Pırpırı bol muhafız, klasik yoklama yöntemini uyguluyor:

"Hanginiz Battal?"

Normalde ahalinin figüranlara özgü dayanışma ruhuyla çıkıp "Benim... Benim Battal!.. Battal Benim!.." demesi gerekiyor.

Fakat kimse tınmıyor.

Komutanın yancısı, "Bir de ben deneyebilir miyim?" diyerek izin istiyor ve "İş var, işçi arıyoruz" diye bağırıyor.

Battal hariç herkes "Ben... Ben..." diye ayağa fırlıyor.

Muhafızlar da üzümlü kek misali ortada kalan Battal’ı tutukluyor.

Battal götürülürken muhafızlardan biri arkadaşına dönüp şöyle diyor: "Aslında belinde kırmızı kuşak ve kılıç olan tek kişi buydu, nasıl da tanımadık?.."

Komik değil di mi?

Bence de.

Zaten ortada komik bir şey yok!

Teğetmiş..
Yazarın Tüm Yazıları