Paylaş
Uzay programıyla ilgili hedeflerin açıklanmasıyla hararetlenen tartışmayı “Türkler uzayda konulu esprileri 1996 itibarıyla tüketmemiş miydik?” sorusunun peşinden nostalji dehlizlerine düşe çıka izliyorum...
“Uzay Yolu”, “Uzay 1999”, “Galaktika” gibi dizilerle büyümüş ve bu sayede Fırıldak Gökadası senin, Cüce Ejderha benim galaksi galaksi gezmiş bir kuşaktanım...
Star Wars’u Dünyayı Kurtaran Adam ile harmanlamış, bulunduğu ortamda sıkıldığında “Işınla beni Scotty!” diye hayıflanmış kimseleriz netice itibarıyla.
Turist Ömer Uzay Yolunda’da Sadri Alışık “Mantıksız bir olay Kaptan” dediğinde “Katılıyorum Turist Abi!” demiş, E.T.’nin yerli ve milli olan hali Badi’nin maceralarını izleyerek uzay konusunda kararlılığımızı göstermiş bireyleriz!
Konu Fantastik Türk Sineması’nın uzay bağlantılı kült filmlerine gelmişken, sevgili Yekta Kopan’ın sosyal medyada “Astronota isim önerin bakalım dostlar” çağrısına gelen cevaplara da değinmek isterim.
“Fehmi” diyenler olmuş...
Aydemir Akbaş’ın canlandırdığı “Astronot Fehmi” adlı eser orijinal afişine gözüm gibi baktığım “o kadar kötü ki, çok güzel” bir filmdir.
Ancak “Uzayda hapla beslenmeye dayanamayıp sefahat içinde yaşadığı gezegeni patlatıp memlekete dönen Astronot Fehmi”, atarlılığı ve tutarlılığıyla bizi yansıtsa da “erotik uzay operası” diyebileceğimiz film, tartışmaları bambaşka bir yöne çekecektir.
“Astronot Fehmi” ismine sempati duysak da, tartışmalara bir de 1970’lerde Yeşilçam’ı etkisi altına alan seks filmleri furyası boyutu eklememek bakımından azınlıkta kalmalıyız sevgili kardeşlerim...
Tartışmaya katkımı “Fehmi niye astronot olamaz” açısından sunmuş olayım; bence fazla bile katkı sundum.
Fezada buluşalım diyelim, konu kapansın..
SÖZ UÇUYOR YAZI KALIYOR ÇAMUR SIZIYOR
1930’lu ve 1940’lı yılların gazete ve dergilerine devam eden merakım neticesinde ulaştığım “Holivut” cildinin sayfalarını keyfim dört köşe vaziyette karıştırıyorum...
Cilt, 1933-1934 yıllarını kapsıyor ve Holivut da adından anlaşılacağı üzere bir sinema dergisi.
Yaklaşık 90 yaşındaki derginin çıktığı dönemde Clark Gable en meşhur aktör, “Kırık Mabude”nin yıldızı Marlene Dietrich en ulaşılmaz yıldız...
Saç bakımı ve hıfzıssıhhası için Petrol Nizam ürünlerinin, yüz bakımı için “cildinizi fevkalade taze muhafaza edeceğinize ve latif bir renge malik olacağınıza emin olursunuz” iddiasındaki Tokalon “makiyaj” kremlerinin, diş için de “tüpleri kalay, mikdarı çok; yapılışı fenni ve mükemmel” Pertev Diş Macunu’nun önerildiği günler...
“Beyoğlu kibarlarının yegâne yuvası” sloganıyla Nisuaz’ın ilan verdiği, Madam Lili ve Suren’in Beyoğlu Rumeli Han’daki “Volga Kadın Perükar Salonu”nda “mutedil fiyat” garantisiyle 6 aylık “permanent ondülasyon” yaptığı zamanlar...
Dönem, sinemayı propaganda aracı olarak gören devletlerin filmler aracılığıyla etki alanlarını genişletmeye çalıştıkları bir dönem aynı zamanda.
Yaklaşan İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesi ufak ufak insanlığını üstüne düşmeye başlarken, Hitler’in iktidara geldiği Almanya da atakta...
Holivut’un bu “tatlı şeker” sayfaları arasında gezerken başyazar ve yayın yönetmeni olan Muammer Cahit’in sinemayla ilgili gelişmeleri konu alan makalelerine de bakıyorum...
Almanya’nın propaganda faaliyetlerini öve öve bitiremiyor yazılarında Muammer Cahit.
“Azimkâr Hitler hükûmetinin çok isabetli bir kararı ile Alman filmlerinin bu sene her zamankinden daha mükemmel bir zafer edeceklerini” kendince “müjdeleyen” yazıda “sansör heyeti” övülüyor:
“...(Sansür heyetinin) Almanlığı ayyaş, kumarbaz, sefih ve ahlaksız olarak tanıtmaya çalışan menfi ruhlarla mücadelesi her hükümetin hakkı ve vazifesidir...”
Burada kalsa, yükselen Nazi Almanya’ya hayranlığı bu noktada kalsa yine iyi...
1933’ün eylül ayında, Yahudilere uygulanan baskı ve zulmün arttığı dönemdeyiz.
Dünyada Alman mallarını boykotlar başlamış; yazar İstanbul’daki sinema salonlarında Almanya ile ilgili haber görüntülerinde Yahudi vatandaşların ıslıklı protestolara başladığını ve bunun da çevreye rahatsızlık verdiğini(!) anlatıyor.
“Almanya’da Yahudilere iyi davranılıyor, iddialar yalandır” diyor ve “Alman-Yahudi mücadelesinin zan’edildiği kadar sert olmadığını ve olsa bile bundan eser kalmadığını ve bundan sonra Alman ve Yahudilerin mücadele değil birbirlerine yardım edeceklerini” iddia ediyor.
Söz uçuyor, yazı kalıyor; ırkçılığın çamuru 90 yıl sonra alakasız bir şekilde de olsa sızıveriyor gerçekten de...
Paylaş