PAZAR günü İstanbul’da İstiklal Caddesi’ni (ve diğer illerin ‘yürüyüşe müsait’ cadde ve sokaklarını) dolduran on binlerin derdini iyi okumak, anlamak ve ders çıkartmak gerekiyor.
“12 Eylül sonrasında sistematik olarak tepkisizleştirilen gençlerin silkinişi” ile “Aman ne olacak canım, 200-300 kişi eğlencelik yürüyüş düzenlemiş. Ya pornoperver yaramazların ya da karanlık odakların maşası olmuşların işidir” görüşleri arasından sıyrılmak gerekiyor önce.
* * *
Seçim öncesi meydanları dolduran liderler, sokakları dolduranları anlamak yerine görmezden gelmeye devam ederse yeni oluşan “sokak dili”ni anlayacak sözlük bulamayabilir bir süre sonra. Ekşi Sözlük okusan da kesmez sonra, İnci Sözlük’te okur/yazar olsan da...
* * *
Sadece liderlerin, yasakçıların, işgüzar bürokratların değil, televizyon kanallarının da anlaması lazım “filtre tepkisi”ni. “Aman tepeleniriz” korkusuyla haber yapmaktan kaçanlar, “Ovvv ne komik matrak slogan ve pankartlar vardı” yorumları ile yetinenler, iktidara şirinlik yapacağım diye hem yasakları hem de yasaklara karşı çıkanları azımsamaya/küçümsemeye/yok saymaya çalışanların hayırla yad edileceklerini sanmam.
* * *
Pazar günü İstiklal Caddesi’ni Taksim’den Tünel’e kadar dolduranlar “Hüseyin üzmez de Haydar mı üzer?”, “Hepimiz liseliyiz, hepimiz sarışınız”, “Filtreyi sadece kahvede severim” pankartlarını yürüyüş sonrasında da bırakmamıştı. Beyoğlu kahvelerinde, ucuzcu birahanelerinde taşıdıkları dövizlerle oturup muhabbet koyulaştıran, çektiği fotoğraf ve videoları sanal aleminin geniş atlasına yayanlar, ekran başından kalktıklarında seslerinin gerçek alemde de yüksek çıkabildiğini fark etmişti.
* * *
Çoğu “Apolitik bunlar” diye bakılan 15-35 yaş arasındaki kitle, ufukta beliren 22 Ağustos Filtresi’ne karşı sadece “Allah muhafaza Facebook’ta” veya “Tivıtır, cıvıtır”da vıdı vıdı yapanlar diye geçiştirilemeyeceğini öncelikle kendisine göstermiş oldu. Bakın ağalar, internet özgürlüğü bugün temel insan hakkıdır. İktidar da, muhalefet de, medya da 15 Mayıs 2011 protestolarına yamuk değil doğru bakmak zorunda. Sonra öğrenciye bisküvit (böyleydi di mi, germeyin beni pesküvit diye) değil de tablet bilgisayar versen ne olur? “Apolitiğin de çiftesi pek olabilir”, benden söylemesi... Bir de hatırlatma: 1 Mayıs hariç böyle kalabalık yürüyüş, protesto, eylem görülmedi İstanbul’da.
İlk polisiye, Kitab-ı Mukaddes midir?
YAZAR Ahmet Ümit, Kocaeli Kitap Fuarı’nda okurlarıyla buluşmuş.
Haber: “Ahmet Ümit’ten şaşırtan açıklama: İlk polisiye roman Tevrat’tır...”
Şaşırtıcı bulunan bir açıklama yapması değil elbette; Tevrat’a polisiye demesinde!
Erol Üyepazarcı’nın polisiye romanlarla ilgili yazılmış harikulade referans kitabı “Korkmayınız Mister Sherlock Holmes”ü okuyanlar şaşırmamıştır.
Polisiye romanların tarihini kutsal kitaplarla ilişkilendiren ilk kişi değil çünkü Ahmet Ümit.
Theseus (Ege’ye bakın görebilirsiniz kahramanı) ile Herkules’e ve Sofokles’in “Kral Oedipus”a kadar uzanabilirsiniz.
Veya 1001 Gece Masalları, Ezop Hikayeleri, Dede Korkut Efsaneleri’ne yol bulabilirsiniz.
Dorothy Sayers (bir nevi Agatha Christie) ise polisiye romanların ilk örneklerine Kitab-ı Mukaddes’te, Vergilius’un “Aeneis”inde rastlanacağını söyler.
Ahmet Ümit “ilk cinayet”i işaret eden kutsal kitaplardan Tevrat’ı da söylemiş.
Yeni veya şaşırtacak bir bahis değil, görüldüğü üzere tartışıyor zaten.
Yani Edgar Allen Poe’ya filan gelene kadar, o-hooo!