Paylaş
Bu temenni tabanlı soru, TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) ile Mastercard’ın düzenledikleri Turizm Konferansı’nda telaffuz edilmiş.
Konferansla ilgili haberi okurken yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre turizm gelirlerinin neredeyse ikiye katlanması, gelen turist sayısındaki büyük artış gibi olumlu verileri görüyor ve umutlanıyor insan haliyle.
1980’lerden itibaren “bacasız sanayi” turizm alanında hızlı bir büyüme yaşadı Türkiye.
Bu büyümenin sağladığı ölçülebilir faydalar ortada... Döviz girdisi, sağladığı istihdam olanakları vb.
Zararlar ise hep “tolere edilebilir” veya sağlanan faydanın yanında önemsiz görüldü. Doğa cennetlerinin betonlaşması, kontrolsüz yayılmacılık, büyümeye paralel olarak gelişmeyen altyapısal problemler vb...
Kuşadası veya halihazırda canına hızla okunan, çirkinleştikçe çirkinleşen Bodrum gibi örnekler ortada...
Geçtiğimiz yıllarda terör olayları, uluslararası boyutta itişmeler gibi nedenlerle yaşanan gerilemenin ardından toparlanma sürecine giren ve 2018’de “diriliş” yaşayan turizmle ilgili o soruyu bir daha soralım: “Türkiye neden birinci olmasın?..”
Ziyaretçi sayısı bakımından çoğunlukla ilk 10 sırada yer alan Türkiye, gelir açısından hep sıralamada daha geride yer aldı.
Sürümden kazanma mantığı herhalde bu konuda birinci sorumludur.
Son yıllarda gelecek turistlere Türkiye’nin sadece “deniz-kum-güneş”ten öte fırsatlar da sunduğu (gastronomi/tarih/doğa sporları vb) vurgulandı ve bu alanda ilerleme de sağlandı.
Ancak yine de turizmin ağırlık noktası (doğal olarak) “deniz-kum-güneş” olarak kaldı.
Batılı, Avrupalı turist sayısında yaşanan erimeye ilaç olarak Arap ülkelerinden, Asya’dan gelen turistler görüldü ve yatırımlar da biraz bu yeni müşteri tipine göre şekillendi.
2000’li yıllara girilirken “Cool İstanbul” olarak dünyanın en önemli dergilerine kapak olan Taksim ve civarında yaşanan değişim bu şekillenmenin somut örneği olarak görülebilir.
Eğlencenin ekseni Londra veya New York gibi devleri bile sollayacak kalitede kulüplerden lokumculara ve nargilecilere evrildi.
“Yeter ki turist gelsin” mantığıyla yapılan bu hamlelerin fayda/zarar hesabını herkes kendi meşrebine göre yapabilir. Bana göre yanlıştır, esnafa/turizmciye göre doğrudur; işin o kısmında değilim zaten...
Ama gerçekten “birinci olmak” niyetindeysek, tesisleşmeyle ve büyümeyle doğa katliamı arasındaki çizgiyi net şekilde belirlememiz ve anlamamız gerekiyor.
Bakmaya kıyılamayacak koyların canına okumaya devam edersek...
Orman yakıp, dere kurutup, deniz doldurup para basacak oteller için yer açmak gibi bir vicdansızlığı yatırımcı olarak, müşteri olarak desteklemeyi sürdürürsek...
Keza yasakları ve antidemokratik tavırları azaltıp özgürlük alanlarını genişletmezsek büyüme de, gelişme de kalıcı olmaz...
Alın mesela, dünkü habere bakın...
Saros Körfezi’ne, o cennet bölgeye doğalgaz limanı için acil kamulaştırma kararı çıktı...
Taşocakları, maden kazıları, beton yığınları...
Arkeolojiye saygısız, tarihe saygısız, doğaya saygısız bu tavır bizi kısa vadede birinci yapar mı bilemem ama uzun vadede turist çekecek bir yerimiz kalmayacak, ondan eminim.
Altın yumurtlayan tavuğu kıtır kıtır kestiğimizle kalırız.
Paylaş