Paylaş
Justinyanus’tan Bezm-i Âlem Valide Sultan’a, Fatih Sultan Mehmet’ten Leonardo da Vinci’ye pek çok tarihi şahsiyetin bir şekilde kafa yorduğu, hizmet sunduğu bir uğraş...
19’uncu yüzyılda Osmanlı’nın Batılılaşma veya Batı ile uyumlu hale gelme hamleleri ardı ardına şehri sararken (tramvay şebekesi, modern belediye, modern rıhtım, değişen mimari, ilk borsa/banka vb.) Eminönü-Karaköy arasındaki köprü de şekillenir.
* * *
1845’te kurulan “Cisr-i Cedid”, yani “Yeni Köprü” ilk modern köprü olarak anılır; ancak yaşı 30’un üstünde olanların hatırlayacağı “meşhur” Galata Köprüsü 1912’de yapılır.
Alman yapımı bu köprü 1992’de yanana kadar, 80 yıl boyunca İstanbul’un epeyce yükünü çekti.
Havalı Boğaziçi Köprüsü gelene kadar şehrin “1 numaralı köprüsü” olarak görüldü.
Sadece şehircilik manasında hizmet sunmadı Köprü.
Orhan Veli’den küçük İskender’e kuşaklar boyu şair sığınağı oldu mesela.
Gazeteciler, öğrenciler, sanatçılar, yıkılmışlar, ötelenmişler ve öteye kaçmışlar, tuhaflar ve tuhaf bulunanlar için yuvaya dönüştü.
Erkin Koray’dan Duman’a, Kemancı’dan Gitar’a rock’çı limanı olarak nam saldı.
* * *
1992’de, bir mayıs gecesi, Laz İsmail’in balıkçı tezgâhından ucuza kapattığı iki kasa hamsiye Köprüaltı tayfası olarak “aç karnımızı doyurmak” üzere gömülmüştük.
“Normal” bir Köprüaltı gecesiydi. Yanımızda yükselen “en yeni köprü” inşaatına “Manzarayı kapattı şerefsiz!” diye söylenmiş, fıçı üzerine tepsi koymak suretiyle oluşturulan ve “piknik” tabir edilen masalarda âdet olduğu üzere imece usulü biralanmış, son vapuru/son treni yakalamak için hayat balkabağı tadı vermeden hemen önce, gece yarısına dakikalar kala palamarı çözmüştük.
Son gecemizmiş emektar sığınakta ne bilelim?..
* * *
1992’nin mayıs ayında yandı -bence cayır cayır yakıldı ya, neyse- Köprü.
Apar topar bugün de yerini koruyan “en yeni köprü” açıldı.
Yangının ertesi günü “köprüaltı çocukları” olarak, arka planda yanık köprümüzün gözüktüğü bir fotoğraf çektirmek üzere buluşmuştuk.
Yanan sadece bir Köprü değildi; anılarımız, gençliğimiz, saflığımız, sığınağımız, buluşma noktamız kül olmuştu.
Hayat Taksim tarafına doğru devam etti ama hiçbirimiz unutmadık köhne evimizi.
Duman ne zaman o şarkıya başlasa, ne zaman “Hadii gel buluşalım eski köprünün altında/ Kimseler görmesin/ Mehtaba karşı uzanalım eski köprünün altında/ Kimseler bilmesin, kimseler duymasın..” dese içimiz yandı.
“Pisti” diyene, “Tehlikeliydi” diyene, “Serseri yuvasıydı” diyene “Evet abi öyleydi de sana ne?” dedik sadece içimizden.
Arada kaçıp ziyaret ettik, eski günleri andık kimselere çaktırmadan.
* * *
Yerine gücü kuvveti yerinde bir köprü dikildi ama zerre kadar ruhu olmadı.
20 yıldır gelip geçiyoruz üstünden, bir şiir, bir şarkı çıkaramadı; öyle bir köprü işte.
Bizim emektara sürgün cezası verildi, “Öldürmeyelim süründürelim” şeklinde yaklaşıldı.
Yalapşap makyajlar yapıldı; tasarım haftaları, defileler, toplu iftar yemekleri için ara sıra adı anıldı sadece.
* * *
Şimdi 20 yıl sonra, trafik karışınca...
100 yaşında onurlandırılması, şehir kültürüne katıklarından dolayı saygı sunulması gereken emektarı “alternatif yol” olarak apar topar açtılar.
Biraz asfalt, biraz ampul, biraz tabela...
Balat-Hasköy arasında abanacağız güzel köprümüze bu kez.
Samimi hislerimi yazmaya terbiye ve basın-yayın kanunları izin vermez.
Tepe tepe kullanın...
Paylaş