Yakın tarihli bir araştırma sonuçları da bunu destekler nitelikte oldu. 761 tüp bebek girişiminin sonuçları değerlendirildiğinde, özellikle sperm kalitesinin düşük olduğu olgularda TESE ile ya da iğne aspirasyonu yoluyla testisten alınacak spermlerin gerek döllenme gerekse gebelik sonuçlarının, doğal şekilde ejakulatla çıkanlarınkinden daha iyi seyrettiği görüldü. Peki, neden testis spermi daha başarılı olmakta?
Sperm yapımı testislerde gerçekleşir ve hayat boyu devam eder. Yaklaşık olarak her 3 ayda bir tekrarlanan döngülerle kök hücrelerden yeni spermler üretilir. Normalde her gün 30 milyon civarında sperm gelişir. Bunlar testisten çıktıktan sonra epididim dediğimiz bir kanaldan geçer. Yaklaşık 5 metre uzunluğundaki epididim kanalı, spermlerin olgunlaşması için çok önemli bir duraktır. O nedenle de ejakulatta çıkan spermler epididimden geçip olgunlaşma sürecini tamamlamış olacaklarından, üreme başarılarının da daha fazla olması beklenir. Normalde bu doğrudur. Ama şayet sperm üretiminde bir sorun var ve bu nedenle kalitesi bozulmuşsa, bunlar epididimden geçse bile kendi başlarına yumurtaya girip de doğal yolla gebeliği başaramazlar. Oysa testisten alıp yumurtanın içine biz koyarsak, o zaman döllenme olur ve doğuma kadar da ilerleyebilir. Çünkü menide çıkan bir kaç sperm yerine, testisten alınacak çok sayıdaki sperm arasından en sağlıklı olanını seçmenin şansı daha fazladır.
Diğer yandan, testiste yapıldıktan sonra spermler dışarı atılana kadar yaklaşık 10 gün beklerler. Bu sırada dış ortamdan gelecek bir takım zararlı etkenler kolaylıkla spermin genetik malzemesine hasar verebilir. Sperm DNA hasarlarının büyük kısmı bu şekilde ortaya çıkmakta olup spermin gebelik başarısını ciddi ölçüde azaltmaktadır. O nedenle, daha bu hasarlardan etkilenecek bir yolculuğa çıkmadan önce spermlerin testisten alınması tüp bebeğin de tutma olasılığını artıracaktır.
Gerçekten de yapılan çalışmalar, testis spermlerinde DNA hasarlarının menide çıkanlardakine göre çok daha düşük olduğunu ortaya koydu. Ancak şunu da hemen belirtmekte fayda var; şayet ejakulatta çıkan spermlerde böyle bir hasarlanma yoksa, testisten almanın da bir faydası olmaz. Ancak DNA hasarı ölçümlerinin güvenilir bir sonuç verebilmesi için test edilen sperm sayısının fazla olması gerekir. Çok az sayıda sperm çıkıyorsa, bunlarda DNA hasar testleri yapılamayacağından doğrudan testisten alarak tüp bebeğe devam etmek uygun olacaktır.
Netice olarak, bazı özel durumlarda tüp bebek sırasında testisten alınacak spermlerin gebelik şansı daha fazla olur. Özellikle sperm sayısının çok düşük olduğu “kriptozoospermi” dediğimiz olgular için bu daha doğrudur. Tabii ki kısırlık şüphesiyle tedavi arayışına giren bütün erkekler için bunu genellemek doğru olmaz. Her erkekte spermler aynı şekilde etkilenmez, farklı tablo sergileyebilir. O nedenle tedavi planı yapılırken çiftleri kendi durumlarını göz önüne alarak değerlendirmek daha doğru olur.
ROSI olarak bilinen bu yöntemin başarısı sınırlı olmakla birlikte umutlarını kaybetmiş çok sayıda çiftin çocuk sahibi olmasında faydalanıldığı da bir gerçek. Ancak bilimsel teknolojideki akıl almaz ilerlemeler ile çok daha ilginç yöntemler geliştirilmektedir. Bunlardan biri de geçtiğimiz aylarda Kanada Columbia Üniversitesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell Tıp Fakültesi’nde bir grup araştırıcı tarafından gerçekleştirilerek yayınlandı.ROSI olarak bilinen bu yöntemin başarısı sınırlı olmakla birlikte umutlarını kaybetmiş çok sayıda çiftin çocuk sahibi olmasında faydalanıldığı da bir gerçek. Ancak bilimsel teknolojideki akıl almaz ilerlemeler ile çok daha ilginç yöntemler geliştirilmektedir. Bunlardan biri de geçtiğimiz aylarda Kanada Columbia Üniversitesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell Tıp Fakültesi’nde bir grup araştırıcı tarafından gerçekleştirilerek yayınlandı.
Bu çalışmada araştırıcılar, deriden elde edilen özel bir grup kök hücreden yapay bir testis modeli oluşturarak, olgun sperm hücresi geliştiğini gösterdi. Bu tür kök hücreler pluripotent olarak adlandırılır ve bir takım genetik manipülasyonlarla istenilen organa ait hücrelere dönüşebilme özelliği taşırlar. Daha sonra hangi hücre tipi elde edilmek isteniyorsa, pluripotent kök hücreler ona yönelik ajanlarla muamele edilir. Bu teknik, 2007 yılında Japonya’dan Yamanaka ve arkadaşlarına Nobel ödülü kazandırmıştı. Bahsettiğimiz çalışmada da bu yöntemle deriden alınan fibroblast hücrelerinin genleri arasına testisin yapısında bulunan hücrelere özgü gen parçacıkları yerleştirilerek, adeta yapay bir testis gelişmesi sağlandı.
Gerçek organ şeklinde olmasa da o dokudan beklenen temel fonksiyonları yerine getirebilen bu yapılara “organoid” adı verilir. Organoidler için geleceğin biyolojik robotları demek daha doğru olur. İşte, testis organoidi içinde de kök hücreler olgun sperme kadar çoğalabilmektedir. Bunların sağladığı en önemli avantaj, sperm üretiminden sorumlu yüzlerce molekülü kolayca ortama verebilmesidir. Örneğin testiste sperm hücrelerinin temel besin kaynağı Sertoli hücreleridir. Destek hücreler olarak da bilinen Sertoli hücreleri çok sayıda faktör salgılayarak kök hücrelerden kuyruklu olgun spermlerin gelişmesini sağlar. O nedenle de kök hücreden sperm elde edebilmek için bütün bu faktörlerin tek tek ortama konması gerekir. Oysa yeni teknikte, kök hücreden sadece Sertoli hücresi geliştirilerek gereken tüm besin maddeleri bundan elde edilebilmektedir. Benzer şekilde testiste kan dolaşımını sağlayacak damarların, hormonları salgılayacak Leydig hücrelerinin, yapısal destek için peritubüler kas benzeri hücrelerin de pluripotent kök hücrelerden geliştirilmesi mümkün olmakta. Bütün bu temel ihtiyaçları karşılanan sperm hücreleri de sağlıklı biçimde çoğalabilecekleri bir ortama kavuşmakta.
Yapay testis çalışmaları deneysel anlamda son derece başarılı sonuçlar vermiştir. Bundan sonra artık klinik uygulamalara geçilmesini bekliyoruz. Ancak henüz tam çözümlenmemiş bazı konuların araştırılması zaman alabilir. Çünkü bu tür yapay hücrelerin ileride çocukta bir anomali yaratıp yaratmayacağı henüz tam aydınlatılmış değil. Şayet bu yöntemin güvenilir olduğu ispatlanırsa, o zaman kısırlık tedavisinde çok büyük bir adım atılmış olacak. Bizler de bu konuda çalışmalarımıza büyük bir gayretle devam etmekteyiz. En kısa zamanda sonuçlarımızı sizlerle paylaşacağımızı umuyoruz.
Çocuğumuz olmuyor diye müracaat eden her 10 erkekten ise birinde karşımıza çıkar. Tedavi ile sperm çıkışının sağlanabileceği hormonal eksiklik ya da kanal tıkanıklığı olanları çıkarırsak, azospermili erkeklerin büyük kısmında baba olabilmeleri sadece testislerden alınacak spermlere bağlı kalmakta. Testislerde sperm aramak için kullanılan yöntemlerin başında ise, mikroskop altında yapılan mikroTESE ameliyatı gelir.
MikroTESE işleminde aradığımız, kuyruklu, canlı, olgun sperm hücresi olan spermatozoadır. Ancak ne yazık ki her ameliyatta olgun sperm hücresi çıkmayabilir. Azoosperminin nedenine bağlı olarak spermatozoa bulma şansı %30 ile %60 arasında değişir. Her ne kadar geri kalan olgularda kuyruk gelişimi yetersiz hücrelerle ROSİ tekniği kullanılarak tüp bebek yapılmaktaysa da ideal olanı olgun, kuyruklu hücrelerin kullanılmasıdır.
MikroTESE nasıl yapılır?
MikroTESE ameliyatında hasta uyutulur ve testis kordonu lokal anestetiklerle uyuşturulur. Bu şekilde ortalama 45-60 dakika sürecek olan işlem sırasında hiç ağrı hissedilmez. Testislerin içinde bulunduğu skrotum kesesi açılır ve en uygun olan testis seçilerek kılıfı üzerinden yapılan kesi ile içerisindeki dokular görünür hale getirilir. Daha sonra ameliyat mikroskobu altında 20-30 kat büyütülerek, içinde sperm üretiminin gerçekleştiği tüpçükler dikkatle incelenir. Bu incelemede amaç, içinde olgun sperm bulunan tüpçüklerin seçilmesidir. Bunlar diğerlerinden daha geniş, opak, beyaz bir görünüme sahip olup, büyük olasılıkla olgun sperm de içermektedirler. En uygun olanlarından kısa bir parça kesilerek, besleyici medyum içine alınır. Laboratuvarda da bu tüpçükler parçalanarak içinden sperm hücreleri ayrıştırılır ve ileride tüp bebek sırasında yumurta içine enjekte edilmek üzere saklanır. Her iki testis de dikkatlice araştırıldıktan sonra kesilen yerler dikilir ve işleme son verilir.
MikroTESE işlemi testise zarar verir mi?
Dikkatli ve tekniğine uygun yapılırsa ciddi bir sorun yaratmaz. Birkaç gün süren hafif şişlik ve ağrı hissi görülse de antiinflamatuvar ve analjeziklerle kısa sürede kaybolur. Ama ne de olsa bir ameliyattır ve her ameliyatta olduğu gibi bunun da kanama, iltihaplanma gibi bazen istenmeyen komplikasyonları ortaya çıkabilir. Çok küçük testislerde doku kaybına bağlı testosteron hormonunda düşme olabilir ama zamanla vücut bunu dengeleyerek normale döner. Dönmezse, dışarıdan testosteron desteği ile telafi edilir. Ancak bunlar sık karşılaşılan durumlar olmayıp, genellikle erken ayağa kalkma, fazla hareket etme ve yara hijyenine dikkat etmeme sonucu görülür. Ameliyathanenin yeterli donanıma sahip olması, bir anestezi uzmanının eşliğinde yapılması, mikroskop kullanılması ve ameliyat sonrası tedbirlerine uyulması sağlıklı bir TESE ameliyatının en önemli koşullarıdır.
Kriptozoospermi döllenme şansını azaltır
Sayısı çok düşük spermlerle tüp bebek yapıldığında gebeliğe engel teşkil edip etmeyeceği konusu henüz tam olarak aydınlatılmış değil. Örneğin ileri yaş erkeklerde sperm kalitesi bozulmasına rağmen, bunun gebelik şansını ortadan kaldırmadığı da bilinmekte. Yakın tarihli bir araştırmada tüp bebeğe giren binin üzerinde çiftin sonuçlarına bakıldığında, sperm değerleri ne kadar bozuksa, yumurtada döllenme şansının da o kadar düştüğü ortaya çıktı. Bunlarda embriyo gelişimi de bozulmakta, daha beşinci güne varmadan canlılığını kaybetmekteydi. Ancak çarpıcı olarak, sperm değerlerindeki düşmenin embriyonun genetik yapısında bozulma riskini artırmadığı da görüldü. Diğer bir ifadeyle, PGT dediğimiz embriyo biyopsilerinin genetik inceleme sonuçlarının normal ya da bozuk gelmesi, sperm değerlerinden etkilenmemekte.
Prenatal genetik tanı (PGT)
Tüp bebek sırasında embriyolar daha anne adayına transfer edilmeden FISH tekniği ile ya da Yeni Nesil Dizileme (NGS) yöntemi ile analiz edilerek kromozom sayısı ve yapısı incelenebilmektedir. Normalde erkek ve kadından gelen 23’er kromozom eşleşerek, 46 kromozom ile doğacak çocuğun genetik yapısını oluşturur. Buna öploidi diyoruz. Ancak kromozomlardan bir ya da daha fazlası sayıca eksik ya da fazla olursa ortaya çıkan anöploidi dediğimiz bu durum normal değildir ve sağlıklı bir embriyo gelişimini bozar.
Diyelim 21 numaralı kromozomdan iki kopya yerine bir tane bulunuyorsa bu monozomi 21; 3 tane ise trizomi 21 olarak ifade edilir. Bazen bunlar çok sayıda kromozomu etkileyebilir ki buna mozaik embriyo adı verilir. İşte bu şekilde embriyolar genetik incelemeye alındığında, öploidi ya da anöploidi gelmesi ya da öploidi olup da eşine transferi yapıldığında gebeliği sağlama durumu sperm sayısının azalmasından etkilenmemekte. Gebelik olsa bile çocukta gelişecek anomalilerle de bir ilişkisi gösterilemedi. Burada önemli olan 2 faktör var; kadının yaşı ve embriyonun sağlıklı olması. Şayet embriyo sağlıklı ise ve genetiği normalse, sperm sayısı ne kadar düşük olursa olsun çocuk için bir risk taşımamakta. Ama kadın yaşı 35’in üzerine çıktığında bu risk de artmakta.
Önce doğru tanı konmalı
Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç; sperm kalitesinin, döllenme olması ve embriyonun 3. hatta 5. günde blastosist evresine kadar ilerlemesini önemli derecede belirlediği ama bir kez blastosist evresine ulaştıysa, embriyoda veya bebekte genetik bir anomali gelişmesiyle ilgisi bulunmadığıdır. Ancak bu bahsedilenler sadece sperm sayısını ilgilendirmekte olup, spermin kalitesini belirleyen başka faktörler de vardır, bunların bozuk olması da gebelik başarısısın önemli derecede etkileyebilir.
Netice olarak, tüp bebek başarısız kaldığında bunun döllenme, embriyo gelişimi ya da anneye transferinden sonra gebeliğin devamı aşamalarından hangisiyle ilgili olduğunun belirlenmesi ve buna göre sperm yönünden gerekli tedbirlerin alınması, daha sonraki tedavi planının yapılmasında yönlendirici olabilir.
Dünya Sağlık Örgütü bunu %32 olarak belirledi, yani her 100 spermden en az 32 tanesi ileri doğru hareket ediyorsa bu yeterli anlamına gelir. Oysa yakın tarihli çalışmalar, sperm hareketinde sadece ileri giden sperm miktarının değil, bu hareketin kalitesinin de önemli olduğunu gösterdi.
Toledo ve Oxford Üniversitelerinin geçenlerde yayınladıkları ortak bir çalışmasında sperm hareketinin, bildiğimizden çok farklı bir mekanizmayla işlediği yönünde ilginç sonuçlar ortaya çıktı. Buna göre sperm başı ile kuyruğu arasında, her ikisini birbirine bağlayan ve adeta arabalardaki amortisöre benzeyen bir yapı bulunmakta. Dinamik bazal komplex (DBC) adını verdikleri bu yapı, başın emirleri doğrultusunda kuyruğun hareketini ayarlayan bir görev yapmakta.
Sperm amortisörü DBC nasıl çalışır?
Bilindiği üzere sperm yumurtaya doğru ilerlerken çok zorlu bir yol kat eder. Öncelikle kadın genital sisteminde engebeli ve ince kanalcıklardan oluşan servikal kanalı geçmesi gerekir. Yumurtaya yaklaştığında ise işi daha zorlaşır. Birbirine sıkı sıkıya dayanmış çok sayıda hücrelerin arasından bir yol açacak, nihayetinde ise zona pellusida ve plazma membranı dediğimiz kalın zar yapılarını delerek geçecektir. Sperm bütün bu engellerle karşılaşmasında, önce başı ile kendine en uygun geçidi bulur ve oraya doğru yönelir. İşte bu yönelme hareketini yapacak olan da kuyruktur. Araştırmacıların keşfettikleri nokta da tam burası; sperm başından gelen uyarıların kuyruğa aktarılması. Nasıl ki araba tekeri bir taşın üzerinden geçerken bunun sarsıntısı amortisörün ayarlaması ile bize yumuşak bir yaylanma şeklinde yansır, aynı şekilde spermin başının bir engelle karşılaşması durumunda da DBC sistemi bu çarpışmanın şiddetine göre kuyruk hareketini en uygun salınımda yaptırır. Örneğin sperm başı sağ ya da sol tarafta bir geçit algılarsa, kuyruk da buna uyacak şekilde sağa ya da sola doğru salınım yapar. Şayet bu senkronizasyon bozulursa, sperm ne kadar ileri hareket ederse etsin, doğru yolu bulamayacak ve yumurtadaki hedefine ulaşamayacaktır.
MikroTESE’nin payı çok büyük...
Tedavi edilmediklerinde ne yazık ki böyle erkeklerin %95-99’u kısır kalmakta. Çünkü testisler tam gelişemez ve içi hyalinize bir madde ile dolar. Normal sperm üretecek tubül yapısı bozulduğu için sperm sayısı ya sıfırdır ya da ileri derecede azalır. Sperm çıkışı olmayacağı için tek çare testislerden alınacak spermlerin tüp bebekte kullanılmasına kalır. MikroTESE tekniği ile olguların yarısına yakınında az da olsa olgun sperm bulmak mümkün. Tüp bebek ile bunların yarısında da gebelik sağlanabilir. Neticede Klinefelter’li erkeklerin yaklaşık dörtte biri baba olabilmekte. Ancak günümüzde geliştirilen yeni tekniklerle bu oran daha da artabilir.
Eksik olan testosteron mutlaka yerine konulmalı
Bununla birlikte henüz ergenliğe girmemiş çocukların tedavisinde ciddi sorunlar karşımıza çıkmakta. Bir kere bunlarda henüz sperm üretimi başlamadığı için sperm tahlili yapmak bir anlam ifade etmez. Kaldı ki sperm verecek olgunluğa da erişmiş değildirler. Burada asıl yönlendirici olan hormon tahlilidir. Kanda testosteron, FSH ve östrojen hormonlarının seviyelerine bakarak farklı tedavi yaklaşımları tanımlanmıştır. Klinefelterli erkeklerde tedavinin prensibi, ilk fırsatta sperm elde etmek ve arkasından da eksik olan testosteronun ömür boyu yerine konulacağı bir tedaviye başlamak olmalı. Çünkü düşük testosteron kemik erimesi, metabolik sendrom, obezite ve diyabet gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.
Klinefelter tanısı konulduğunda öncelikle düşükse testosteronun yükseltilmesi gerekir. Ancak bunun doğrudan testosteron preparatları ile yapılması testislerde sperm üretimini baskılayabilir. O nedenle testosteronu dolaylı yoldan yükseltecek ve bu sırada sperm üretimini baskılamayacak alternatif ilaçlar tercih edilmeli. Bu amaçla elimizde oldukça etkili ürünler mevcut. Tedavide dikkat edilmesi gereken en önemli konu, bu ilaçların rastgele kullanılmayıp, kanda düzenli hormon kontrollerinin yapılmasıdır.
Hormon tedavisi yakın takip gerektirir
Hiç ilaç kullanmadan testosteronun normal olması durumunda, evlenip çocuk sahibi olmaya niyetlenilene kadar beklenmeli. Ama düşükse, mutlaka uygun ilaçlarla yerine konulmalı. Testosteron normale geldiği zaman ilaçlara ara vererek ya da dozu azaltarak ilerleyen sürede gelişebilecek yan etkilerinden de sakınılmış olunur. Yıllık kontroller sırasında tahlillerde sperm çıkmaya başladığında ise bunlar dondurularak saklanır ve hemen arkasından doğrudan testosteron tedavisi başlanarak yeterli kan düzeyinin idamesine geçilir. Ejakulatta sperm çıkması olguların ancak %8’inde mümkün olmakta. Böylelikle evlilik zamanı geldiğinde saklı hücrelerle tüp bebek yapılması da teminat altına alınmış olunur.
Belli bir süre ilaca devam edilmesine rağmen ejakulatta sperm görülmemesi durumunda ise TESE ameliyatı ile testis dokusunda sperm aranır ve bunlar da saklanır. Olgun sperm çıkmaması durumunda kök hücrelerinin ileride yeni geliştirilecek tekniklerle kullanılabileceği düşünülerek testis dokusunun saklanması da önerilmekte. Hatta zamanla sperm üretiminin daha da bozulması olasılığına karşın, pubertenin başlaması ile birlikte hiç beklemeden testis doku biyopsilerinin ameliyatla çıkarılıp saklanması da üzerinde tartışılan bir başka konudur.
Sperm tahlilinde asıl önemli parametre motilitedir, yani spermin hareketi. Hareket etmesi öncelikle bu spermlerin canlı olduğunu gösterir. Bir diğer önemi ise, yumurtaya erişebileceklerini anlamamızdır. Oysa bu kadar önemli olmasına rağmen sperm hareketi ne yazık ki tahlillerde çoğu kez hatalı yorumlanmakta.
Sperm tahlillerinin tüm dünyada aynı doğrulukta değerlendirilebilmesi için Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) belli kriterler belirlemiştir. Çevresel faktörler ya da genetik varyasyonlar nedeniyle ortaya çıkabilecek değişimlere göre de zaman zaman bu kriterleri gözden geçirir ve güncelleştirir. En son güncellemesini de 2010 yılında yaptı. Burada en dikkat çeken değişiklik sperm hareketinin değerlendirilmesi olmuştur. Çünkü laboratuvarda sperm hareketi yıllardır 4 kategoride yapılmaktaydı:
- İleri-hızlı,
- İleri-yavaş,
- Yerinde,
- Hareketsiz.
Bu şekilde 1 yıl geçtiğinde, çiftlerin %85’i bebeklerini kucaklarına alabilir. O nedenle, 1 yıl beklemeden ben kısırım dememek lazım. Bu süre içerisinde de her ay kadının yumurtlama günlerine rastlayacak şekilde birlikte olunması ve herhangi bir doğum kontrol yöntemi uygulanmamış olması gerekir. Şayet geçen bir yıla rağmen gebelik görülmezse, o zaman bir doktora başvurulmalıdır. Bunların da bir kısmı tedavi ile bebeklerine kavuşacaktır. Hiçbir tedavi görmemesine rağmen yıllar sonra doğal yolla çocukları olmuş çok sayıda çift olduğunu da unutmayın. Demek istediğim, henüz çocuğunuz olmadıysa hemen endişe etmemeniz, belki şanslı ayınızın bu ay olabileceğidir. Tabii ki doğal yolla gebeliğin imkânsız olduğu, mutlaka tedavi gerektiren durumlar da var. İşte o nedenle, bir yıl geçmesine ve düzenli ilişkilerinize rağmen bir gebelik görülmediyse, o zaman her iki eşin birlikte bir tedavi arayışına girmesi uygun olur. Bazen daha erken harekete geçilmesi de gerekebilir. Örneğin tüm erkeklerin yüzde 2’sinde, tedavi arayışına girenlerin ise %15’inde azoospermi vardır, yani beklemekle çocuk olmaz. Şayet buna yol açacak bir sebepten şüpheleniliyorsa, tabii ki daha erken doktora müracaat etmek gerekir. Benzer durum ileri yaş kadınlar için de geçerli.
Dünya Sağlık Örgütü tüm dünya genelinde bir tarama çalışmasının sonuçlarını yayınladı. Buna göre 20-44 yaşları arasındaki kadınların %2’sinin, istemelerine rağmen hiç çocukları olmadığı ortaya çıktı. Bir çocukları olup da ikincisine niyetlenenlerin ama bunu elde edemeyenlerin oranı ise %10. Özellikle bozulan çevre şartları ve genetik değişiklikler nedeniyle son 20 yıl içerisinde erkek ve kadın kısırlığında yaklaşık %8 ile %14 arasında bir artış görülüyor. Bu da kısır kalanların sayısının her yıl binde 3 arttığına işaret etmekte. Tüm dünyada 50 milyondan fazla çift, 5 yıl geçmesine rağmen çocuklarının olmamasından yakınmakta. Öyle ki, çiftlerin neredeyse yarısı bunun için bir tedavi arayışı içerisinde. Ne yazık ki bunların da ancak yarısı bir tedavi alma olanağına kavuşabilmekte.
Kısacası, kısırlık dünya genelinde bir problem. Sadece siz değil, sizin dışınızda çok sayıda çift bundan mustarip. Ancak kısırlık sıklığının artışına paralel olarak tıpta da yeni tedavi seçenekleri geliştirildi. Artık sperm kalitesinin neden bozulduğunu, neden azoospermi geliştiğini ortaya çıkaracak çok sayıda güvenilir testler var. Bunların önemli bir kısmı da tedavi edilebilmekte. Hatta testiste hiç olgun spermin bulunmadığı erkekler bile belli oranda tedavi olabilmekte. Lazer yardımlı ya da bir efringence yani ışığın kırınımına dayalı teknikler, mikro akışkan cihazlar, Raman spektroskopi veya multifoton mikroskopi uygulamaları gibi sofistike yöntemlerle sağlıklı sperm seçimi umut vaat eden gelişmelerdir. Laboratuvarda sperm yapımı ve yapay testis ise kök hücre çalışmalarında son aşamalarına ulaştı. Her ne kadar henüz deney aşamasında olsalar da elbette pratik uygulamaya geçtiği günleri göreceğiz. Uzay araçlarının geliştirilmesiyle Mars’ın keşfedilmesi gibi, laboratuvar teknikleri ilerledikçe kısırlığın birçok karanlık yönü gün ışığına çıkarılacak ve tedavi edilebilir duruma gelecektir.