Paylaş
Sohbetimiz, grubun üç oğlu tarafından nasıl yönetildiği, nasıl uyumlu çalıştıkları, profesyonellerle ilişkileri ve geleceğe ilişkin öngörülerine yoğunlaşmıştı.
O sohbeti referans alıp söyleyebilirim ki, yönetim kurulu başkanlığına ister Ali Koç ister Ömer Koç gelsin, grubun gelecek stratejileri, yani rotası zaten belli.
KOÇ Grubu’nun dümenini tutan Mustafa Koç’un apansız vefatının üzerinden on gün geçti. Acı çok büyük... Ancak söz konusu Türkiye’nin en büyük topluluğu, üstelik şirketlerinin büyük bölümü halka açık olan Koç Grubu olduğunda, rotasının bundan sonra hangi yönde olacağı ve dümene kimin geçeceği de merak ediliyor, tartışılıyor.
Ailenin acısı bu kadar tazeyken, bu soruya hemen bir cevap oluşturmaları mümkün değil. Böyle bir karar, muhtemelen mart ayında gerçekleşecek genel kurulda netleşir. Ancak Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı’na ister Ali Koç ister Ömer Koç gelsin, grubun gelecek stratejileri, yani rotası zaten belli.
Koç Grubu Onursal Başkanı Rahmi Koç’la Mustafa Bey’in ölümünden kısa bir süre önce bir araya gelmiştik. Sohbetimiz, grubun üç oğlu tarafından nasıl yönetildiği ve geleceğe ilişkin öngörülerine yoğunlaşmıştı.
ÜÇ KUŞAK ÜÇ DÖNEM
Rahmi Koç, Cumhuriyet’ten iki yaş daha genç olan Koç Grubu’nu üç döneme ayırıyor, “Babam Vehbi Koç’un dönemi montaj, benim dönemim imalat, çocukların dönemi ise ithalat, ihracat ve markamızla dışa açılma dönemi” diyor.
Kendisi ve çocuklarının hazır kurulmuş, temelleri sağlam bir müessese bulduklarını söylüyor. Çocukların yönetimine ilişkin şu sözleri de, aslında kamuoyunun bugünlerde çok merak ettiği sorulara bir yanıt gibi:
“Ben günlük işlerde değilim. İşi günbegün onlar yönetiyor. Onların altında da profesyoneller var. Onlara dedik ki, siz profesyonelleri iyi kullanın. Geri kalanı bir şey yapmanıza gerek yok ve çok iyi idare ediyorlar. Her biri bir gruba bakıyor. Ben memnunum. Onlar birbirleriyle iyi geçiniyor, en mühimi de o.”
KOÇ’TA ÇATIŞMA YOK
Rahmi Bey, iş dünyasında global ölçekte en büyük sorunlarından biri olan aile işletmelerindeki çatışmanın Koç’ta yaşanmadığını da şu sözlerle aktarıyor:
“Biliyorsunuz büyük servetler, büyük şirketler, büyük gruplar, aile arasındaki çekişmeden itişmeden, birbirleriyle giriştikleri kavgadan yok olup gitmiştir. Yahut ufalanmıştır, küçülmüştür. Bizde o yok. Çocuklar şimdiye kadar çok güzel götürdüler. Ümit ediyorum ki bizden sonra da götürürler.”
Rahmi Koç, babası Vehbi Bey’in kurumsallaşma konusunda başlattığı önemli adımı sürdürdüklerini söylerken, yine önemli bir farklılığı da anlatıyor:
“Kurumsallaşma önemli. Biz profesyonellere selahiyet veririz. Ancak belirlediğimiz bütçenin içinde olacak, bütçenin dışına çıkmayacak, çıkacaksa müsaade alacak.”
TEMELLER SAĞLAM
Rahmi Bey, Koç Grubu’nu gelecek yıllarda nerede gördüğünü sorduğumda ise şu yanıtı veriyor:
“Koç Grubu’nun böyle gidebilmesi için dünyaya açılması lazım. Artık bundan sonra yatırımlar yurtdışında ama oralarda hayat kolay değil. Burada bir ismimiz var. Yavaş yavaş orada dikiş tutturmak, yatırım yapmak muvaffak olmak.
Bizim çocukların hepsinde de o felsefe var. Çünkü gençliklerinde, yurtdışındaki şirketlerimizde çalıştılar.”
Bu sohbet, yaşanan büyük acının öncesinde gerçekleşmişti. Bu büyük acının tesellisi yok... Rahmi Koç’un samimi yanıtları, sadece 100 bini aşkın kişinin ekmeğini kazandığı bir grubun dayandığı sağlam temelleri gösterirken, kamuoyunun merak ettiği soruların bir bölümüne de yanıt veriyor.
Diyarbakır’ın yaraları nasıl sarılacak?
BİR yanda Rusya krizi, diğer yanda Türkiye’yi sarsan çatışma ortamı. Bu koşullarda zor günler yaşayacak sektörlerin başında turizm geliyor. Antalya’da bugünlerde otellerin açılıp açılmaması bile tartışılıyor.
Turizmciler bu ortamda İstanbul’da EMİTT Fuarı’nda bir araya geldi ve geleneksel buluşmalarını gerçekleştirdi. Ancak fuarda yabancılardan çok, yerli turizm yöreleri birbirlerine tanıtım yaptı.
Katılımcılar arasında Diyarbakırlılar da vardı. Valilik, belediyeler, Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası temsilcileri kısa bir süre önce UNESCO Kültür Mirası listesine alınan Diyarbakır’ı tanıtmak için stant açtı.
Kentte turizmin kalbi Sur bölgesi, sokağa çıkma yasaklarının yaygınlaştırıldığı bir döneme denk geldi bu tanıtım. Sur, tarihi ve turistik yapıların yanı sıra, oteller, bankalar ve kuyumcuların yer aldığı, yani sıcak paranın döndüğü bir bölge.
Bölgedeki Greenpark Otel, ‘karakola’ döndü. Dedeman oteli, çatışmalar nedeniyle ekim ayında kenti tamamen terk etti. Yeni açılan Mitannia, Hilton, yenilenen Lilus, Kervansaray gibi beş yıldızlı oteller kapalı.
Diyarbakır’da ekonomiyi hareketlendiren TÜYAP Fuarları, 2016 için tamamen iptal oldu. HSBC Sur içindeki şubesini kapattı. İşleri tamamen duran esnafın ise büyük sorunu var. Bankalar kredileri kesip, kredileri geri çağırıyor.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ahmet Sayar, bu sürecin bölgeye maliyetini yaklaşık 1 milyar TL olarak açıklıyor. Kapanan firma sayısının da 3 bin olduğunu anlatıyor. Çatışmalı sürecin bir an önce son bulmasını isteyen
Sayar, fuara katılma nedenlerini ise “Diyarbakır bir inanç ve kültür şehridir. UNESCO listesinde yer almaktadır. Diyarbakır olmasaydı, EMİTT eksik olurdu” sözleriyle özetliyor.
İnsanların hayatını kaybettiği bir ortamda paranın, ekonominin sözü bile edilmez. Ancak Diyarbakır’da yaraları sarmanın, hayatı normalleştirmenin ekonomik maliyetini de şimdiden konuşmaya başlamak gerek...
Yeme-içme sektöründe ahenk mi bozuldu?
YEME-içme sektörü son yıllarda yatırımcıların iştahını oldukça kabartıyor. Yapılan araştırmalar, sektörün dünyada 1.8 trilyon dolar, Türkiye’de ise 20 milyar dolar büyüklüğe sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye’de de bu sektörün en çok yoğunlaştığı ve büyüdüğü kent İstanbul. Her gün birbiri ardına lüks restoranlar açılıyor. Dünyanın ünlü markaları da İstanbul’a geliyor.
Ancak bu sektörde sorunlar yok mu? Elbette var. Bütün ekonomi kulislerinde bu sektörde yaşanan sorunların nasıl hızla büyümekte olduğu tartışılıyor. Bugün bu konuda yaşanan sıkıntıları sektördeki önemli bir yatırımcının merceğinden aktarmak istiyorum.
Yücel Özalp, Gümüşsuyu’ndaki Topaz, Karaköy’deki Colonie, Kanyon’daki Escala ve Reina’daki Blue Topaz ve Karaköy’de inşaatı süren 55 odalı otelin sahibi olan Desert Grup’un patronu. Ankara’dan gelip, İstanbul’da bu markaları yaratan Yücel Özalp’le sektördeki gelişmeleri konuştuk.
Özalp şu anda en güncel sorunların terör olayları ve Rusya krizi olduğunu aktardı.
Bu sektörün ayakta kalabilmesi için turist gerekli diyor Özalp. Verdiği bilgiye göre, son bir yıldır yüzde 50-60’larda olan turist oranı yüzde 10’a inmiş.
BANKALARLA ÇEMBER DARALIYOR
Bankacıların kredileri çağırmaya hazırlandığını ekliyor ve “Çember daralıyor. Toptancılarla konuşuyorum, senelerin firmaları kapanıyor” diyor.
Yeme içme sektörünün bir adı da eğlence sektörü. Anlaşılıyor ki son zamanlarda buralarda da pek eğlenceli bir durum yok! Kaldı ki bu sektörün makro sorunlarının yanı sıra bir de kendine has özel sorunları da var.
Özalp genel ekonomiyi etkileyen sorunlardan sonra sözü yaptığı yatırımlarla sektörde 2012’den bu yana heyecan yaratan, ‘yemek yediği restoranı satın alıyor’ esprileriyle anılan gözde yatırımcıya getiriyor.
‘KİRALAR YERİNDEN OYNADI’
Özalp’ın ilk sözleri, “Sektöre büyük zarar verdi” oluyor. Bir polemiğin fitilini ateşleyecek bu değerlendirmenin nedenini soruyorum. O da şöyle anlatıyor:
“Bence sektöre hesapsız kitapsız girdiler. Sektöre girdiklerinde önce çalışanları yerlerinden ettiler. Bir yerde garson olarak görev yapanı şef yaptılar. Sonra o işi yapamadığını görünce işsiz bıraktılar. Bu şekilde işsiz kalan yüzlerce çalışan var. Aldığı yerlerin yöneticilerini de değerlendiremedi.”
Özalp bu yatırımcının sektörde yarattığı olumsuzluklardan söz ederken kiraların yerinden oynadığını, malzeme alımlarında sistemin altüst olduğunu da ekliyor.
Özalp, yurtdışından getirilen markaların da başarılı olamadığı görüşünde. ”Kaç marka başarılı oldu. Parayı verdim getirdim ile olmuyor. Türkiye’nin koşullarına uyması lazım” diyor.
Sektörün dışardan çok parlak göründüğünü hatırlatan Özalp, yanlış yatırımların tüm sektörü etkilediğini ekleyerek şunları söylüyor:
“Zorlu örneği var. Girmek için herkes birbirinin üstüne basıyordu...”
Yeme içme sektöründeki bir büyük patronun diğeri için söyledikleri hafife alınacak gibi değil. İşin içinde rekabet olduğu için bu yorumlar abartılı mıdır değil midir, nasıl olsa zaman gösterir...
Paylaş