Paylaş
Büyük Usta Aziz Nesin’in “Zübük - Kağnı Gölgesindeki İt” adlı romanında ‘Zübüklük nedir?’ bölümü bu paragrafla başlıyor...
Basıldığı 1961’den beri güncelliğini hiç yitirmeyen bu başyapıt, bize de adeta bir ‘ayna tutuyor’...
Küçük bir ilçede başlayan politik hayatında milletvekilliğine kadar yükselmiştir İbrahim Zübükzade. Halkı maddi manevi öylesine sömürmüştür ki, en sonunda ahali onu daha da ‘başarılı’ olup başlarından gitmesi için Ankara’ya göndermeye karar verir.
Muhteşem bir kara mizah örneği olan Zübük, 1980 yılında Kemal Sunal’ın o unutulmaz tiplemesiyle beyazperdeye aktarılmış ve acınacak halimize güldüğümüz trajikomik bir örnek olarak hafızalarımıza yer etmiştir.
Aziz Nesin’in 2015 yılında kutlanacak 100. doğum günü şerefine bu efsanevi eserinin bir müzikli oyun olarak tiyatroya uyarladığını duyunca, soluğu hemen Nedim Saban’ın yanında aldım.
Salona girdiğimde hummalı bir provanın ortasında buldum kendimi. “Zübüklük sürekli değişen bir kavram; bugün futbol kulübü başkanıyken yarın belediye başkanı olarak da karşımıza çıkabilir. Oyunun bizim sahnelediğimiz hali kişiyi değil, zübüklük kavramını anlatıyor. Aslında her birimiz birer Zübük’üz ve zübüklük içimizde var. Masum değiliz hiçbirimiz... En korkutucu olan da bu!” diye balıklama daldı konuya Nedim. Muhabbetimize Zübükzade karakterini canlandıracak Tuna Orhan da katılınca, keyifli bir söyleşi çıktı ortaya...
İki saatin sonunda anladım ki bu yazıda kullandığım Zübük kelimesinden daha çok Zübük varmış etrafımda... Zübük, Zübük, Zübük, Zübük...
Nedir senin Zübük’ünü bildiğimiz Zübük’ten farklı kılan?
Nedim Saban: Romandan farklı olarak oyunda Zübük’ü biraz sembolleştirip orkestra şefi yaptık. Bizim Zübük, toplumu tek sesliliğe götürüp sadece yönettiği orkestradan çıkan seslerin varlığını kabul eden bir karakter... Toplumdaki renkli sesler yavaş yavaş yok olup zamanla herkes biraz zübükleşiyor.
Kurgusundan bahsetsene bu ‘yeni sürümün’...
NS: Hikâye, 2016 buçukta İstanbul’un ilçelerinden biri olan Beylikeğrisi’nde geçiyor.
Beylikdüzü olmasın o?
NS: Yok yok, çünkü burada her şey eğri. Olaylar bir seçim sandığının etrafında yaşanıyor. Ve oradakilerin nasıl zübüklendiği anlatılıyor.
Bu maddi ve manevi anlamda bir köylü kurnazının öyküsü diyebilir miyiz?
NS: Hayır, Zübük’ün en ilginç yanı hırsız olmaması. Aslında ona her şeyi veren biziz. Hırsıza kendi çıkarlarımız için tamam deyip, yine kendi çıkarlarımız için yükselişine yardımcı oluyoruz. Ve o kadar yükseliyor ki, bir müddet sonra orkestranın içine etmeye başlıyor. Sandıkta Zübük’ün devrilme şansının çok yakın olduğu bir dönem, çünkü herkes durumundan şikayetçi. Fakat oyundaki asıl soru şu; devrilecek mi evrilecek mi?
Ne oldu da altı yıl sonra tiyatroya geri dönmeye karar verdiniz Tuna Bey?
Tuna Orhan: Ayrılmadım ki geri döneyim. Ben sadece Devlet Tiyatrosu’ndaki zorlamacı tavırdan kaçtım.
NS: Yok yok, işin doğrusu deli olduğu için (gülüyor)...
Sizi yıldıran bu zorlamacı tavır neydi?
TO: Devlet Tiyatroları’nda size bir görev verilir; onu oynamak zorundasınızdır. Ne yazık ki seçme şansınız yoktur. Bu birçok oyuncu için geçerlidir. Seçebilen bazı oyuncular vardır ama pek çok kişi istemediği rolü oynar. Aynı insanlarla 15 sene boyunca aynı rolü oynarsan da oyunculuğun körelir.
Özlemiş misiniz sahne tozunu peki?
TO: Tiyatro sahnesini özlememek gibi bir şey olabilir mi? Projeye dair fikirlerini özel tiyatrolarda çok daha rahat söyleyebiliyorsun. Patron cuntası altına girmek gibi bir derdin yok. Mesela provada özgürce bağırıp kavga edebiliyoruz. Bu inanılmaz rahatlatıcı bir duygu...
Rahmetli Kemal Sunal’ın ölümsüzleştirdiği bu rolü üstlenmek bir risk değil mi?
TO: Üstadın üzerine bu rolü oynamak elbette zor. Ama bizim oynadığımız formatla film arasında çok büyük farklar var. Bir kere kırsalda geçmiyor, yıl da 2016 buçuk ve Zübük’ün mesleği orkestra şefliği... Zaten Nedim gelip “Ben Zübük’ü sahneye koyuyorum, Kemal Sunal’ın rolünü sen oynayacaksın” deseydi bunu asla kabul etmezdim. Burada öyle düşündüğün gibi bir taklit durumu yok. Aklı başında hiçbir sanatçı da zaten böyle bir riskin altına girmez. Çünkü taklitlerin aslını geçebilme şansı yoktur.
Aziz Nesin Vakfı nasıl izin verdi roman üzerinde bu kadar değişikliğe Nedim?
NS: Öykünün üzerinde büyük değişiklikler yapmadık. Vakıf Başkanı Süleyman Bey iyi uyarlamalarda sinema ve tiyatronun farklı kuralları olduğunu bildiği için bunu bizim uzmanlığımıza bıraktığını söyledi. Çünkü sahnenin gerçekliği başka bir şey. Bütün samimiyetimle söylüyorum ben uyarlamada Aziz Nesin ruhunu yakaladığıma inanıyorum.
Böyle büyük bir sorumluluğu üstlenirken hiç mi korkmadın?
NS: “Aa Zübük’e benzemiş, benzememiş” denmesinden hiç çekinmedim ama açıkçası oyun beğenilmezse Aziz Nesin’in ağırlığının altında ezilirim. Bu riski de göze aldım.
Neden başrol için tercihin Tuna oldu?
NS: Bodrum’da romanı elime alıp otele kapandığımda “Tuna Orhan da burada” diye haber geldi... O an kafamda bir şimşek çaktı. “Tamam, Zübük’ümü buldum” dedim. Üstüne bir de ertesi gün karşılaşmaz mıyız? “Aradığım Zübük sensin Tuna” diye geçtim karşısına. Karakterin sevimli bir şeytan olması lazım. Role en uygun isim benim için Tuna’ydı.
Sen zaten muhalifsin, bir de üzerine Aziz Nesin romanı sahneliyorsun. Bazı çevrelerin tepkisinden çekinmiyor musun?
NS: Benim herhangi bir çıkarım ya da bağlı olduğum müessese olmadığı için güdümsüzüm. Açıkçası kimsenin yanında olmayı da tercih etmiyorum. İnandığım bir parti şu anda yok. Eğer kurulsa ve iktidar olsa bile, ertesi sabah yine ilk eleştiren ben olurum. Son 20 yıldaki hiçbir iktidar, CHP gibi sosyal demokratlar bile kültür alanında üzerine düşeni yapmadı. Bu durum da beni çok üzüyor.
Muhalefete muhalif olma düşüncenin ne kadarı oyuna yansıyor?
NS: Körü körüne muhalefet olmak çok kötü bir şey. Muhalefetin Zübük’ü nasıl yarattığı, sonunda da Zübük’le nasıl başa çıkamadığı anlatıyoruz biz. Kısaca muhalefete karşı ağır bir muhalefet de göreceksiniz bu oyunda.
TO: Ayrıca eminim ki insanlar çok gülecek. Öyle zannedildiği gibi protesto havasında bir tiyatro oyunu değil. Siyasi görüşleri, başka mecralarda ya da sanatın içinde farklı bir biçimde dile getirmeyi tercih edenlerdenim.
Bugün bir müzikal hazırlamak, deveye hendek atlatmak kadar zor. Sen deveyi nasıl ikna edebildin?
TO: İlk ikna etmesi gereken deve bendim (gülüyor).
NS: Bu arada bu bir müzikal değil, müzikli oyun. Yani tiyatro müziği yapıyoruz. Oyunun müzikleri Tuna Orhan’a ait.
Playback mi yoksa canlı canlı mı çalınacak müzikler?
TO: Sonuçta biz bir orkestrayız, oyun esnasında enstrümanlar kötü olsa bile canlı olacak.
Sana saçma gelebilir ama bir şeyi çok merak ediyorum. Oyunculardan birinin sesi kısılırsa ne olacak?
TO: Abi bu “Batı Yakasının Hikâyesi” müzikali değil ki... Bütün şarkılı oyunlarda bir oyuncunun sesi kısılsa bile replik ve konuşma anlamında oyunu götürebileceği sürece şarkıları da kotarır. Oyunda şarkı söylemenin amacı notayı doğru basıp “Yahu ne güzel bir tenormuş bu” dedirtmek değil, karakteri doğru yansıtmaktır. Ben buna konuşabilmek diyorum. Şarkıyı konuşamıyorsan dünyanın en güzel sesine sahip olsan da sadece nota söylersin. Hem sen bunları kafana takma İzzet, senin görevin seyirci olmak. İzle, bizim için yeter (gülüyor).
Haydi hayırlısı, merakla bekliyorum...
Paylaş