Paylaş
*Ricky Martin’i tanıyoruz ya da tanıdığımızı sanıyoruz ama gel sen bize önce Enrique Jose Martin Morales IV’ten bahset...
- Bayağı eskilere gideceğiz anlaşılan. Fakat önce şuna bir açıklık getirelim, ben Enrique Jose değil Enrique Martin’im.
*Sevmiyor musun Jose ismini?
- (Gülüyor) Sevip sevmememin bir önemi yok çünkü Jose benim ismim değil. Yıllar önce bir röportajda adımı yanlış yazdılar diye hâlâ beni Enrique Jose sananlar var.
*Vallahi ben de internetin yalancısıyım...
- Nasıl olur? Oysa Wikipedia’yı düzelttirmiştim, doğruyu yanlışa çevirip tekrar Jose mi yazmışlar yoksa? Benim ikinci bir adım yok, İzzet lütfen yardım et bari Türkiye’de şu Jose isminden kurtulayım (kahkahalar).
*Ee madem internete güvenemiyoruz, o halde hayat hikayeni senin ağzından dinleyelim...
- Öyle olsun bakalım. 1971 yılında Porto Riko’nun başkenti San Juan’a çok yakın bir yarımada olan Hato Rey’de doğdum.
*Nasıl bir aileydi seninkisi?
- Psikolog bir babayla muhasebeci bir annenin çocuğuyum. Fakat onlar ben daha iki yaşındayken boşanmışlar.
*Boşanmış bir anne-babanın çocuğu olmak nasıl etkiledi seni?
- Çok küçük yaşlardan itibaren iki ebeveyn arasında gidip geldiğim için bunun normal olduğunu sanıyordum.
*İkisi arasında bir seçim yapmak zorunda kaldın mı hiç?
- Mahkeme velayetimi anneme vermiş ama babam da her zaman hayatımın bir parçası oldu. Ayrı olmalarına rağmen beni ikisi birlikte büyüttü diyebilirim. Hoş, zaten ben seçim yapabilecek yaşa geldiğimde de, ne annem ne de babam “Beni seç” diye birbiriyle yarış halindeydi. (Gülüyor)
*Şov dünyasına girmek çocukluk hayalin miydi?
- Öyleydi ve bir şekilde bunu daha küçücükken gerçekleştirdim zaten. Henüz anaokulu ve ilkokul çağlarındayken her fırsatta müsamerelere katılır, koroda şarkı söylemek için ne gerekiyorsa yapardım.
*Canım onu okulda hepimiz yaptık, müsamereyle şov dünyası bir değil ki...
- Haklısın, zaten ben de bunu bir adım daha ileri götürebilmek için reklamlarda oynamaya başladım. 6 yaşındayken ilk profesyonel reklam filmimi çektim.
*Reklam yıldızlığından dünya starlığına giden muhteşem bir öykü...
- Söylediğin kadar kolay olmasa da, evet!
*Müzikten çok oyunculuk mu ağır basıyordu ilk başlarda?
- Müzik her zaman hayatımın bir parçasıydı. Gençken sürekli Boston, Cheap Trick, Journey ve David Bowie dinlerdim.
*Saydığın bu isimlerin yaptığın müzikle hiçbir alakası yok ama.
- O yaşlarda aklım fikrim rock olmuştu. Fakat bir gün annem evde bu şarkıları duymaktan bıkıp kulağımdan tuttuğu gibi beni Celia Cruz konserine götürdü. Orada duyduğum ritmler ve şarkılardaki “tutku” hayatımı değiştirdi diyebilirim.
*Annen kulağını bir çekmiş ve hayatın değişmiş. Koca adam oldun hâlâ kulağını çekiyor mu annen?
- (Gülüyor) Çekmez olur mu? Gerektiği zaman çekiyor tabii. Kaç yaşıma gelirsem geleyim ben hep annemin bebeğiyim.
*40 yaşını geçtin, hâlâ annenden çekiniyorsun yani...
- Açıkçası annem, “Ondan korkuyorum” dediğimi duysun istemem (kahkahalar). Şaka bir yana o, güçlü karakteriyle ve dediğim dedik tavrıyla tam bir Latin kadını... Zaten Latin ailelerde evin asıl reisi kadındır, her zaman son sözü onlar söyler.
ÇOCUKLUĞUM BENDEN ÇALINDI
*Profesyonel anlamda sahnelere ilk ne zaman adım attın?
- Reklam filmlerinden sonra oyunculuk ve müzik dersleri almaya başladım. O sıralarda Menudo diye erkeklerden oluşan müzik grubuna yeni bir üye arandığını öğrendim ve hemen elemelere katıldım.
*Veeee perde!
- (Gülüyor) Perde öyle zannetiğin gibi hemen açılmadı. İlk elemede ufak tefek göründüğüm için beni seçmediler. Sonra bir kez daha katıldım ama yine çok “minik” bulundum.
*Hayal kırıklığıyla daha o yaşta tanıştın desene.
- Evet ama yılmadım. Bir kez daha elemelerin yapılacağını duyduğumda üçüncü kere katıldım ve bu sefer “Yeni Ricky” olarak Menudo’ya dahil oldum.
*“Yeni Ricky” ne demek?
- Çünkü grupta benden önce başka bir Ricky daha varmış.
*Kaç yaşındaydın peki Menudo’ya girdiğinde?
- Yaşım ilerlemişti... 12 olmuştum (gülüyor).
*Yahu biz o yaşlarda mahallede saklambaç oynarken sen müzik grubu elemelerine katılıyormuşsun... Bunlar seni çok gençsin diye gruba almayıp sonra 12 yaşında mı kabul ettiler?
- Menudo’nun özelliği bu zaten. 12-13 yaşlarında başlıyorsun, sonra 18 yaşında gruptan ayrılıyorsun, yerine bir başkası geliyor. Nitekim ben de 1989 yılında Menudo’yla yollarımı ayırdım.
*O kadar küçük yaşta müzik piyasasına girdin girmesine de, çocukluğunu yaşayabildin mi?
- Menudo sayesinde çok büyük kitleler tarafından tanınma fırsatım oldu. Menudo Latin Amerika, Asya ve ABD’de tam bir fenomendi. O zamanların One Direction’ı gibiydik. Grubun üyesi olarak geçirdiğim beş seneyi uçakta yaşadım diyebilirim. Sürekli turneden turneye gidiyorduk. İş disiplini ve sahne yaşantısı konusunda ordudaymışım gibi ciddi bir eğitim aldım ancak evet haklısın, bazen bütün bunların yanında çocukluğumun benden “çalındığını” da düşünüyorum.
*18 yaşında “emekli olduktan” sonra ne yaptın?
- Gruptan ayrılınca tek başıma kariyerime devam etmek umuduyla New York’a gittim.
*“New York’ta başaran her yerde başarır” sözü misali... Peki umduğunu bulabildin mi?
- İşler pek de hayal ettiğim gibi gitmedi. New York’ta ilk seneyi işsiz geçirdikten sonra Meksika’ya geçtim. Amacım şansımı bir de orada denemekti.
*Ne de olsa Latin topraklar, kan çekti belki de...
- (Gülüyor) Gerçekten iyi ki gitmişim... Çünkü Meksika’da bir müzikalde rol alırken Sony Music yetkilileri beni fark etmiş. Böylelikle 1991 yılında ilk solo albümümü yapmış oldum. Derken “Alcanzar Una Estrella” adlı bir pembe dizide oynamam için teklif geldi.
*İşler açılmaya başladı desene...
- Eh biraz öyle oldu. Dizide bir şarkıcıyı canlandırıyordum. Hemen ardından 1993 yılında ikinci albümümü çıkarttıktan sonra gözümü yine ABD’ye çevirdim.
*Eyvah, yine işsiz güçsüz kalacaksın.
- (Gülüyor) Neyse ki öyle olmadı. Bu sefer Los Angeles’a taşındım ve bir sit-com’da ufak bir rol kaptım. Aynı dönem yine bir pembe diziden teklif geldi.
*Tekrar Meksika yolu göründü yani...
- Yok, bu seferki “General Hospital” adında bir Amerikan dizisiydi. Hem barmenlik hem de müzisyenlik yapan bir karakteri canlandırıyordum.
*Anladığım kadarıyla müzik öyle ya da böyle peşini bırakmıyor...
- İyi ki de bırakmıyor... “General Hospital”da oynarken müzik çalışmalarıma daha fazla vakit ayırabildim ve o dönem çıkardığım “A Medio Vivir” albümüyle altın plak aldım.
MADONNA’YLA İLİŞKİMİZ HEP ÇOK İYİ OLDU
*Şu neredeyse tüm dünyanın “evine misafir olduğun” ana gelsek...
- (Gülüyor) Kariyerime olan katkısından dolayı FIFA’ya çok şey borçluyum. “La Copa de la Vida” 1998 Dünya Kupası’nın resmi şarkısı olduğunda, büyük bir etki yaratacağını tahmin edebiliyordum ama bu kadarını ben bile hayal edemezdim.
*Kariyerindeki kırılma noktası diyebilir miyiz?
- Gayet tabii... Aynı sene en iyi Latin pop albümü dalında Grammy aldıktan sonra bu şarkının da patlamasıyla tam anlamıyla dünyaya açıldım.
*Madonna’yla bile düet yaptın o dönem...
- Grammy’lerdeki performansımdan sonra Madonna’dan böyle bir teklif geldi. Duyunca havalara uçtum tabii ki.
*Ama yazılanlara göre Madonna’nın etrafındaki bazı kişiler buna karşı çıkmış...
- Müziklerimizin çok farklı tarzlarda olduğunu söyleyenler vardı. Fakat ben sadece Madonna’yla stüdyoya girmenin hayalini kuruyordum. İyi bir şarkı ortaya çıkmasa bile en azından Madonna’yla vakit geçirmiş, onu tanımış olacaktım.
*Peki bir ara yapımcılar işi çok aceleye getirdiği için Madonna’nın düetten vazgeçtiği doğru mu?
- Öyle mi olmuş? Bak ben bile bunu bilmiyordum (gülüyor). Bizim Madonna’yla ilişkimiz hep çok iyi oldu. Tek bildiğim birlikte stüdyoya girdiğimiz ve “Be Careful” diye harika bir şarkı okuduğumuz.
KUPAYI BREZİLYA KAZANSIN İSTERİM
*Futbola dönelim... Bu sene de Dünya Kupası’nın resmi şarkılarından biri sana ait... “Vida” ile bir patlama daha yaşanır mı dersin?
- “Vida” çok özel bir şarkı. Sony’nin FIFA ile ortaklaşa düzenlediği Supersong adlı bir projenin meyvesi bu. Beni arayıp “Tekrar Dünya Kupası için şarkı yapmak ister misin?” diye sorduklarında kendi kendime “Aman Allah’ım inanamıyorum” dedim ve tabii ki hemen kabul ettim.
*Niye bu kadar heyecanlandın ki zaten daha önce de Dünya Kupası için bir şarkı yapmıştın?
- İşin şaşırtıcı kısmı da bu! Düşünebiliyor musun dünyada birçok sanatçı bir kez bile böyle bir şarkıyı okuma fırsatına erişemezken, bu benim ikinci şansım... Bu teklifi aldıktan sonra bir yarışma yapıp, insanlara “Bu şarkıyı siz yapabilirsiniz” dedik. Vida, 29 farklı ülkeden hayranlarımın gönderdiği 1600 şarkı arasından seçildi.
*Sen şimdi bunun ne demek olduğunu bilmezsin ama “Oha”! (Bu sırada Ricky’ye ‘oha’nın anlam ve önemi anlatılıyor.)
- (Gülüyor) Şarkıların hepsini dinlemedim tabii ki. Yetenek avcılarından oluşan özel bir ekip tarafından bir çoğu elendi. Kalan 100 taneyi ise bizzat dinledim ve Dünya Kupası ruhunu en iyi şekilde temsil ettiğine inandığım “Vida”yı seçtim. Patlamaya gelince... Neden olmasın?
*Galiba klibin kadrosu da bayağı kalabalık...
- 10-15 kişi var sanırım.
*10-15 kişi mi? En az 100 kişi vardır Ricky...
- Tamam tamam haklı olabilirsin, ben sadece 15’ini görebildim. Diğerlerini bilmiyorum (kahkahalar). Bu arada klibi Brezilya’da çektik. Rio’nun öyle bir enerjisi var ki üç günün nasıl geçtiğini anlamadım. Bir de itiraf etmeliyim ki çekimler başlamadan önce birazcık tedirgindim.
*“15 kişiyi nasıl bulacağım?” diye mi?
- (Gülüyor) Hayır, klibin yönetmeni dört dalda Oscar adayı gösterilen “City of God” (Tanrı Kent) filmini çeken Katia Lund. Biliyorsun “City of God” hafif rahatsız edici ve oldukça karanlık bir film. Bu da ne benim ne de şarkının tarzına uyan bir durum. Neyse masaya oturduğumuzda Katia’ya “Senin bilinmeyen, kıpır kıpır, seksi ve renkli tarafını görmek istiyorum” dedim.
*Anlaşılan istediğin olmuş.
- Katia’nın inanılmaz bir gözü var. Hem kadını hem de erkeği çok iyi gözlemleyip, ekrana yansıtabiliyor. Sokağın salaşlığı ile şatafatını öyle mükemmel şekilde bir araya getirdi ki harika bir iş çıktı ortaya.
*Kaç versiyonu var “Vida”nın?
- Ben İngilizce, İspanyolca ve Spanglish (Yarı İspanyolca, yarı İngilizce) olanlarını söyledim. Ayrıca Çin’den Malezya’ya, Singapur’dan Endonezya’ya, o ülkelerin en ünlü sanatçılarıyla birlikte okuduğum versiyonları da var.
*Sanki futbolla aranda bitmek bilmeyen “kozmik bir bağ” var...
- (Gülüyor) İşin komik tarafı Porto Riko’nun futbol takımının olmaması... Fakat hayatımın değişik dönemlerinde Meksika’da, Arjantin’de ve Brezilya’da yaşadığım için futbol tutkusuna aşinayım.
*Gönlün Dünya Kupası’nı hangi takımın almasından yana?
- Aramızda kalsın ama bu konuda biraz ikilemdeyim. Birkaç sene önce İspanyol vatandaşı oldum. Anneanne tarafımdan çok sağlam İspanyol köklerim var. Tabii ki İspanya’nın kazanmasını isterim ama düşünsene Brezilya’nın kendi evinde kupayı alması tam bir şölen olur. Galiba rengimi belli ettim, öyle olursa artık Brezilya’ya taşınırım. Bu arada bunu yazmazsan çok memnun olurum (gülüyor).
ANNEANNEMİN YERİ BENİM İÇİN BAŞKA
*Sanırım ailene çok bağlı bir adamsın.
- Hem de çok. Annem, babam, kardeşlerim... Tüm ailem benim için çok önemli ama anneannemin yeri bambaşka... Bir keresinde konsere gitmek için helikopterle Porto Riko’nun üzerinden uçarken “Büyükannemi görmek istiyorum, hemen onun evine gidiyoruz” dedim.
*Büyükannenin evinde pist mi var?
- (Gülüyor) Pilot da zaten “Peki ben bu helikopteri nereye indireceğim?” diye sordu. “Hemen evin yanında bir beyzbol sahası var, oraya indir” dedim. Neyse sahaya inebilmek için havada bayağı bir tur attık. Bir koşu eve gittim, büyükanneme sarıldım, öptüm, sonra gerisin geriye tekrar helikoptere bindim.
*Torunu “gökten inince” ne dedi peki?
- “Çok zayıfsın, bu halin ne? Biraz yemek ye” dedi (kahkahalar).
OĞULLARIMA GAY OLDUĞUMU SÖYLEDİM
*Dünya çapında pek çok hit şarkısı, Grammy’leri ve Dünya Kupası için yapılmış iki parçası olan bir starın, evde bebeklerinin altını değiştirmeye başlayınca hayatında neler değişti?
- Neler değişmedi ki (gülüyor). Hayatın bana verdiği en güzel hediyeler oğullarım. Her adımımı onların mutluluğunu ve geleceğini düşünerek atıyorum. İnanır mısın, araba kullanma şeklim bile değişti. Artık her konuda çok daha dikkatliyim. Aldığım her karar çocuklarımın iyiliği için.
*Nasıl bir babasın peki? Oğullarına vakit ayırabiliyor musun?
- Onlardan asla uzun süre ayrı kalmıyorum. Turneye çıktığımda veya uzak seyahatlere gittiğimde annemle birlikte onlar da benimle geliyorlar. Seyahat etmeye o kadar alıştılar ki bir şehirde iki hafta kalınca “Baba bir sonraki durak neresi?” diyorlar (gülüyor). 15-16 yaşında olduklarında “Babamız bizi hiç yalnız bırakmadı, her zaman yanımızdaydı” demelerini istiyorum. Her sabah onlarla kahvaltı ediyorum, akşam yemeklerinde de masaya mutlaka beraber oturuyoruz. Onlara bakınca yürüyen iki mucize görüyorum adeta, onlar benim meleklerim.
*Tekrar baba olmaya niyetin var mı?
- Kesinlikle! Bir kız çocuğum olsun çok isterim pardon pardon, birçok kız çocuğum... Bütün hayalim kocaman, geniş bir aileye sahip olmak.
*Birkaç sene önce dünyaya eşcinsel olduğunu açıkladın. Peki oğullarına ileride gay olduğunu rahatça söyleyebilecek misin?
- Söyledim bile... Bir gün gelip bana “Baba sen erkeklerden mi hoşlanıyorsun?” dediler. Bizim evimizde yalana yer yok, dürüstçe “evet” dedim. Zaten kısa süre önce beş senelik erkek arkadaşımdan ayrıldım. Doğal olarak bu zaman zarfında oğullarımın önünde sevgilime sarılıyordum. Bunları gizlice yaşamamın bir anlamı yok, bir ailede en önemli şey dürüstlük.
*Madonna’nın, eşcinsel olduğunu her yerde anlatmana kızdığı doğru mu?
- O konu tam olarak öyle değil... Açıklama yaptıktan sonra bana “Artık röportaj vermeyi kes çünkü insanlar senin nasıl biri olduğunu zaten biliyor” dedi. Fotoğraftan bir adım geri gidip hayatta gerçekten neler olduğunu görmemi ve biraz işlere ara vermemi istedi. Başta ne demek istediğini tam olarak anlamadım ama söylediklerinde çok haklıydı. O kadar çok çalışıyordum ki vücudumun bana ne söylediğini bile duyamıyordum.
ÇOCUKLAR ŞİMDİDEN ÜÇ DİL BİLİYOR
*Çocuklarına geri dönersek, evde hangi dil konuşuluyor?
- İspanyolca ve İngilizce konuşuyoruz. Okulda da Fransızca öğreniyorlar.
*Yahu kaç yaşında çocuklar? İşkence değil mi bu onlara?
- (Gülüyor) 5 yaşındalar. Hiçbir şey için onları zorlamıyorum. Doğduklarından beri evde İspanyolca konuşuluyor, Amerika’da yaşadığımız için İngilizce de ana dilleri... Okulda da Fransızca öğreniyorlar. Hem İspanyolca, hem İngilizce, hem de Fransızca konuşan arkadaşları var ve bu durumdan çok memnunlar.
*12 yaşına geldiklerinde “Baba biz de senin gibi şarkıcı olmak istiyoruz” derlerse ne yaparsın?
- Oğullarım eğer benim yolumdan gitmek isterlerse onlara yardımcı olmaktan mutluluk duyarım. Bu onların “yarını” olabilir. Ben 12 yaşında babama gidip “Şarkıcı olacağım” dediğimde bana uçak biletimi alıp “Haydi uç” demişti. Beni destekledikleri için aileme minnettarım ve sonunda doğru bir karar verdiklerini de kanıtlamış oldum.
*Fakat sen bu yola baş koyduğunda Ricky Martin’in değil Enrique Negroni’nin oğluydun... Senin çocuklarının böyle de bir durumu var. Avantaj mı dezavantaj mı bilemedim...
- Benim ismimden yararlanmadan kendilerini kanıtlamak zorundalar. Bu evrimin bir parçası değil mi zaten? Her yeni gelen nesil bir öncekinden daha iyi olmak zorunda.
SEKS SEMBOLÜ MÜYÜM BİLMEM AMA SEKSİ ÇOK SEVDİĞİM KESİN
*Çoluğu çocuğu olan 43 yaşında bir adam oldun. Kendini hâlâ bir “seks sembolü” olarak görüyor musun?
- Seks sembolü müyüm değil miyim bilmiyorum ama seksi çok sevdiğim kesin. Bu hayranlarımın bana yakıştırdığı bir sıfat. Açıkçası hoşuma da gitmiyor değil beni öyle görmeleri (gülüyor).
*Aşk adamı mı Ricky Martin?
- Tutku benim varoluşumun bir parçası. Kendimi gerçekçi bir hayalperest olarak tanımlıyorum. Hayatım yoğun duygulardan ibaret. Her şeyi en derinden hissediyor ve yaşıyorum. Babam bana küçüklüğümden beri hep Kiki der. Yakın çevrem bu isme o kadar alışık ki, şimdi bile hâlâ Kiki olarak bilirler beni. Sahnede Ricky Martin’im ancak perde kapandıktan sonra hayatla mücadele eden Kiki adında bir adamım.
*Enrique dururken niye Kiki demiş baban sana?
- (Gülüyor) Benim, babamın, dedemin ve büyük dedemin adı Enrique. Karışıklık olmasın diye hepimizin birer lakabı vardı. Dedem Kiko, babam Kike, ben de Kiki... Daha sonra ben onu Ricky diye değiştirdim.
*Kiki Martin de kulağa hoş geliyor aslında...
- Sen sevebilirsin belki ama Asya’nın bazı bölgelerinde Kiki “vajina” anlamına geliyormuş. Düşünebiliyor musun “Vajina Martin” diye ünlü olduğumu (kahkahalar)...
*Sen nasıl hiç değişmiyorsun Ricky? Nedir bu gençliğin sırrı?
- Daha gencim zaten, bunun sırrı falan yok (kahkahalar)... Şaka bir yana, birkaç yıl önce vejetaryen olmak zorunda kaldım. Galiba fit olmamı da buna borçluyum.
*Neden böyle bir seçim yaptın?
- Birkaç sene önce kolesterolüm çok yüksek çıkınca mecburen vejetaryen oldum. Aslında öylesine bir “et aşığıyım” ki inan bu kararı vermem kolay olmadı. Yine de İspanya’ya geldiğimde bazen küçük kaçamaklar yapıyorum. Fakat tabii ki sağlığım her şeyden daha önemli. Bu arada Türk yemeklerinin de ne kadar lezzetli olduğunu unutmuş değilim.
Ricky Martin’den Hülya Avşar’a, Acun Ilıcalı’ya ve Tarkan’a mesaj...
Paylaş