Paylaş
Batuhan Zeynioğlu olarak doğan, 32 yaşında “imaj gereği” annesinin soyadını alan, yarı Türk, yarı İtalyan bu adam, kendinden başka kimseye hesap vermez tavrıyla karşıma oturduğunda hangimizin “çomağını saklayacağını” merak ettim doğrusu. Muhabbetin sonunda anladım ki, Piatti sadece televizyon ekranlarında değil özel hayatında da “Kral çıplak!” demekten asla korkmayan biri... İçindeki “deliyi” dürüstçe ve gururla karşısındakinin “yüzüne çarpması” onu ilk başta antipatik yapsa da, maskelerle dolaşan bunca insan içinde böylesine bir “netlik” görmek aslında umut verici. İsterseniz önyargılarınızı cebinize koyun ve televizyondaki “sınırlı” karakteri değil de “3 boyutlu” Batuhan’ı tanımaya koyulun...
* Bir Türk-İtalyan ortak yapımı olarak dünyaya geldin... Bu işbirliğinin temelleri nasıl atıldı?
- Annemle babam Frankfurt’ta üniversitede okurken tanışıyorlar. İkisi de deli, ikisi de 18 yaşında... Hatta Donatella o zamanlar Türkler’i, Moğollar gibi sanıyor. Babam da uzun saçlı, hippilere benzeyen bir adam... Annem hamile kalınca...
* Dur yahu ne çabuk hamile kaldı?
- Uzun sevişmelerin ardından annem hamile kalıyor. Babam Yozgatlı... Ben evlilik dışı doğmayayım diye de Türkiye’ye gelip evleniyorlar...
* Düğün Birleşmiş Milletler toplantısı gibiydi herhalde...
- Yok canım ne düğünü... İzin alamadığı için babam askerden kaçıyor. Nikahı evde kıyıyorlar, annem gelinlik bile giymiyor.
* Yazık, kadını gurbete getir, bir gelinlik bile giydirme...
- 9 aylık hamile kadına kim nereden gelinlik bulacak? (Gülüyor) Büyük beden beyaz bir elbiseyle durumu idare ediyor işte.
* Bir “kaosun meyvesi” olan Batuhan’ın çocukluğu nasıldı?
- 12 yaşında büyük bir travma yaşadım. Bir gün “Artık baban yok” dediler, çok trajik bir ölümdü. Dönemin illeti uyuşturucudan kaybettik onu...
KAYBETMEYİ ÇOK KÜÇÜK YAŞLARDA ÖĞRENDİM
* Küçük yaşta babanı kaybetmek fazla erken alınmış bir hayat dersi miydi?
- Bugün muhasebesini yapıyorum da... Daha o yaşta en sevdiğin insanlardan birini kaybedebileceğimi öğrendim. Aslında bu durum bana güç de verdi. Anladım ki hayatta insanın başına her şey gelebiliyor, fazla bıkbıklanmanın manası yok. Asıl önemli olan, Türkiye’de yaşayan bir İtalyan kadın için babasız çocuk büyütmenin zorluğu...
* Ee tekrar evlenseydi o zaman...
- Hiç evlenmedi. 12 sene Murat Atabarut ile birlikteydi. O yaşlarda kimse annesinin yeniden evlenmesini istemez ama ben çok istedim. Türkiye gibi bir ülkede kadının yanında bir erkek figürü olması gerekiyor. Bir boka yaradıklarından değil ama usulen... (Gülüyor)
* Babanın yerine koyabileceğin biri var mıydı?
- Babam öldükten sonra ailenin tek erkek figürü dedemdi, durumu çok iyi olduğu için beni fazla şımarttı. O zamanlar İtalyan Lisesi’nde okuyordum. Hovarda bir hayatım vardı, çok kötü bir öğrenciydim. Okul hiç umrumda değildi. Fizik, kimya, matematiği öğreneceğim de ne olacak deyip dururdum. Yanıma kızları da alır, okuldan kaçıp Beyoğlu’na sinemaya giderdim.
DİLEK SABANCI’DAN ÖMER KOÇ’A HERKES İTALYANCA DERSİ İÇİN BİZE GELİRDİ
* Donatella ne diyordu senin bu serseri haline?
- Vallahi ne dese boş. Ben her şekilde bildiğimi okuyordum. Fakat annem beni küçük yaşlardan itibaren çalışmaya alıştırdı. Cem Boyner’inden Dilek Sabancı’sına, Ömer Koç’undan Fatih Terim’ine kadar pek çok kişi annemden İtalyanca dersi almak için evimize gelip giderdi. Aynı zamanda tercümanlık da yapıyordu.
* Sen de kahve, çay servisi falan mı yapıyordun?
- (Gülüyor) Yok canım. İtalyanca ana dilim olduğundan, annemin gidemediği tercümanlık işlerine gidiyordum. Bir keresinde büyük işadamlarıyla İtalya’ya gidip, 20 milyon dolara bir tuvalet kağıdı fabrikasının satışı için tercümanlık yaptım. Günde 500-600 dolar kazanıyordum. Sonra da o parayı burada marka kıyafetlere harcıyordum. 16 yaşında para kazanmaya başladım anlayacağın.
* Okula kim gidiyordu senin yerine?
- Zaten lise 1’de sınıfta kaldım. Zar zor lise 2’ye geçtim ama yine çuvalladım. Annem “Batuhan’ı bu ortamdan uzaklaştırmalıyım” diye düşündü. Kadının önünde babam gibi bir örnek vardı, tabii korktu haliyle yoldan çıkarım diye. Dedemin parasıyla sürekli gezerdim. Hafta sonları babaanneme gider, oradan da geceleri dışarı kaçardım.
* Annen evde “sıkı yönetim” mi uyguluyordu?
- Asla... Aksine son derece özgür yetiştirmiştir beni. Arkadaşlarım bize gelmeye bayılırdı, çünkü isteyen sigara bile içebilirdi. Donatella bir yandan yemek yapar, diğer yandan “Bunlar uyuşturucu mu kullanıyor?” diye olanı biteni takip ederdi. Anlayacağın kontrolsüz gibi görünen ama aslında her şeye hakim bir kadındı.
* Klasik anne “prototipinin” dışındaydı yani...
- Kesinlikle! Arkadaşlarımın hepsi bayılırdı Donatella’ya. Ancak gel gör ki ben de tersine, o zamanlar daha klasik bir annem olsun isterdim. Harun diye bir arkadaşım vardı. Annesi Emine Teyze tonton; sarmalar, mantılar yapan çok şeker bir kadındı. Pek çok kez “Şöyle bir annem olamadı” diye içimden geçirmişimdir.
* “Normal” bir anne istiyorsun ama kendin de “normal” değilsin ki...
- Dedim ya, biraz serserilik vardı bende de. Zaten en son lise 2’de bir daha kalınca Donatella beni İtalya’ya anneannemin yanına sürdü.
ZENGİN ÇOCUĞUYDUM AMA AŞÇI YAMAKLIĞI YAPTIM
* Donatella maşallah Hürrem Sultan gibiymiş... Seni Manisa Sarayı yerine İtalya’ya sürmüş...
- Bir süre anneannemin yanında kaldım. O sırada çift tabiiyet vardı. Askerliğimi de İtalya’da yaptım. Askerlik bittikten sonra Donatella beni karşısına aldı ve “Madem yemek yapmayı seviyorsun, mutsuz bir avukat ya da doktor olacağına mutlu bir aşçı ol ulan” dedi. Ben de bir kereliğine de olsa anne sözü dinledim ve Floransa’da özel bir aşçılık okuluna kaydoldum.
* Okul bitince anneciğin sana güzel bir iş de bulmuştur...
- Okuldan sonra ne yaptıysam kendim yaptım. İlk olarak Four Seasons Milano’da çalışmaya başladım. Daha şef falan değilim haaa! Hem karın tokluğuna çalışıyorum hem de mutfaktakiler anamı ağlatıyor.
* Zengin çocuğusun, karın tokluğuna çalışsan ne olacak?
- Günde 16-17 saat çalışıp, ayda 800 Euro alıyordum. Hoş bizimkiler destek oluyordu ama zaten para harcayacak zamanım bile yoktu. Sen onu bunu bırak da, hotelde aşçı yamağıyken neler çektim bir bilsen... Üzerime çok geldi İtalyanlar...
* Ee normal çünkü gıcık bir tipsin...
- (Gülüyor) Mutfak ortamı zordur. Ayrıca İtalyancam ne kadar iyi olursa olsun, İtalyanlar kendilerinden olmayana kolay kolay kucak açmazlar. “Biz bunu kırarız” diye deli gibi bana yüklendiler. Fakat bende de baba tarafından Yozgat inadı var. Direndim ve rüştümü ispatladım. Ardından Kanarya Adaları’ndan Venezuela’ya kadar pek çok ülkede çalıştım. 2005’te de Türkiye’ye döndüm.
SON DÖNEMDE BİZİM MEMLEKETTE BÜTÜN AŞÇILAR ROCK STAR GİBİ TAKILIYOR
* Aklıma gelmişken sorayım, Türkiye’de mutfakta çalışanlar bu konuya çok takılıyorlar. Aşçıbaşıyla şefin ne farkı var?
- İkisi de aynı bok! Aşçıbaşı, şefin Türkçe’si işte. Aşçıların başısın, şefisin...
* Niye bazıları onlara aşçıbaşı denildiğinde bozuluyor o zaman?
- Bunlar kompleks abi! Üzerlerine giyiyorlar tuğralı, güllü kıyafetleri, dolanıyorlar etrafta. Benim adamların hepsi dümdüz, düğmeli önlükler giyer. Hatta “Adını mı unutacaksın?” diye dalga geçip üzerlerine isim bile yazdırmam. Türkiye’deki en güzel şef üniforması da İşmont’tur. Üzerinde hiçbir şey yazmaz. Aşçısın sen yani, show business yapmıyorsun. Fakat nedense son dönemlerde bizim memlekette bütün aşçılar rock star gibi takılmaya başladılar.
* Eğitim şart mı peki?
- Alabiliyorsan eğitim lazım tabii. Ancak bu iş usta-çırak ilişkisi olan bir meslek. Tornacılığı sadece meslek okulunda öğrenebilir misin? Hayır! Eşek gibi yerinde yapacaksın tornayı.
BATUHAN ZEYNİOĞLU 32 YAŞINDAN SONRA BATUHAN PIATTI OLDU
* Ne kadar ünlü olursan ol, ne yaparsan yap bana hep “Donatella Piatti”nin oğlu’ olarak kalacaksın gibi geliyor. Bunun ağırlığını hissediyor musun?
- Donatella bana hem analık hem babalık yaptı. Ne klasik bir Türk, ne de klasik bir İtalyan kadını o... Bana, hayata bir kadın gözüyle bakmayı öğretti. Bunun da faydasını çok gördüm açıkçası.
* Annene olan minnettarlığından dolayı mı babanın değil de onun soyadını kullanıyorsun?
- Ben aslında Batuhan Zeynioğlu’yum. Conrad’da çalışmayı başlayınca oranın PR sorumlusu yarı İtalyan olmam ve annemin ünü nedeniyle Piatti olarak lanse edilmemin daha doğru olacağını söyledi. Yani 2007 yılında yapılmış bir PR’cı numarasıydı bu...
* Bir “pazarlama harikası” mısın yani?
- Aynen... (Gülüyor) 32 yaşında Batuhan Piatti oldum. Bu arada Piatti, tabaklar demek İtalyanca’da... Ulan zaten aşçıyım, hoşuma da gitti. O günden beri de öyleyim.
İYİ AİLE ÇOCUĞU DEĞİLİM KARDEŞİM
* Gelelim otel otel dolaştıktan sonra dünya çapında bir markanın başına geçmene...
- Conrad’da keyfim yerindeydi ancak Cipriani Türkiye’ye gelince işler değişti. Bana da rahat battığı için, kurulu düzenim olmasına rağmen görüşmeye gittim. Adamlar ilk mülakattan sonra “Tamam seni aldık” dediler. Diğer yerdeki maaşımın üç mislini verdiler. Çok cezbedici bir teklifti. Ben de topladım ekibimi, Cipriani’ye geçtim. Sonuçta markanın dünyadaki yeri belli.
* Derken sana yine rahat battı ve ekranlarda bizleri de rahatsız etmeye karar verdin.
- (Gülüyor) Bir gün Fatih diye bir çocuk elinde bir DVD’yle geldi, “Batuhan bu programı Türkiye’de yapacağız, senin de bizimle çalışmanı isteriz” dedi. Baktım bildiğimiz Master Chef, “varım ben” diye cevap verdim.
* Ciprianiciler ne dedi bu işe?
- Onlardan izin almadım ki... Zaten istesem de vermezlerdi. Patronlar, aşçılarının göz önünde olmalarını sevmezler. “Biz paranızı veriyoruz, siz aşağıda köpeksiniz” gibi bir mantıkları var. Saatlerimi programa göre ayarladım ve restorandan çıkıp çekimlere gittim.
* Ve birden fenomen oldun! Allah aşkına doğruyu söyle, biraz da olsa tribünlere oynuyor muydun o gıcık tavrınla?
- Kesinlikle hayır. “Batuhan olduğun gibi ol” dediler, ben de gerekeni yaptım. Asla rol kesmedim anlayacağın.
* Senin tavırlarını Oray Eğin’e benzetiyorlardı.
- Öyleymiş. Ben hep mutfakta olduğum için tanımıyordum Oray’ı, sonradan öğrendim kim olduğunu... Çocuk kültür olarak belki benden yüksektir ama tombişliğimizi benzetmiş olabilirler.
* Fizikten çok ikinizin de sivri dili o haberlerin çıkmasına neden olmuştur.
- Sivri dilli değilim ki ben. Adamların yaptıkları yemek iğrençse iğrenç derim, güzelse güzel... Bizde nedense televizyona çıkan herkes iyi aile çocuğu, aman efendim sepet efendim.
* İyi aile çocuğu değil misin yani?
- Değilim kardeşim. Ben dürüst adamım. Bir gün Azerbaycan’da kelli felli bir adam yanıma geldi, “Batuhan Bey, ben seni çok sevirem çünkü sen çok piçsin. En büyük piçlik düzlüktür, doğruluktur” dedi. Dürüst olduğun sürece sırtın yere gelmez.
MEGALOMAN DEĞİLİM İŞİMİ ÖNEMSİYORUM
* Biraz megalomanlık var mı sende?
- Megaloman değil de yaptığım işi önemseyen bir adamım. Babaannem derdi ki “Tevazuda yerdeki kilim gibi olacaksın”... O kadar da uzun boylu değil...
* Okan Bayülgen programında senin için “faşist ve sadist” demişti. Gerçekten mutfakta faşist misin?
- Tanımını açmak lazım. Ben o kelimenin ne demek olduğunu biliyorum ama söyleyen biliyor mu acaba? Eğer disiplinli olmak faşistlikse, evet faşistim.
* O kadar asabisin yani mutfakta öyle mi?
- Mutfakta sert olmak zorundasın. Öyle “Rica etsem şuradan 250 gram tereyağı uzatabilir misin?” gibi bir dünya yok!
* Mutfakta demokrasiye inanmıyor musun?
- Orada demokrasi olamaz. Her mutfağa rolleri belirleyen bir diktatör ve ona askeri disiplinle itaat eden insanlar gereklidir. Bir tek o bağırabilir, başkası bağıramaz. Yoksa çöker o mutfak. Bu yüzden işimde demokrat değilim çünkü bir şey olursa cezasını ben çekiyorum.
HER MİLLET HAK ETTİĞİ GİBİ YÖNETİLİR
* “Mutfakta diktatör olmak şart” diyorsun. Bir İtalyan olarak devlet yönetiminde de bunun geçerli olduğunu düşünüyor musun?
- Harika bir soru... Milletine göre değişir, herkes hak ettiği gibi yönetilir.
* Ara sıra acaba gerçekten söylenenler gibi antipatik miyim diye aklından geçmiyor mu?
- Önemli olan herkesin değil, değer verdiğim insanların beni sevmesi. Ayrıca da antipatik olduğumu hiç düşünmüyorum.
* Bu fikre sahip tek kişisin belki de... Milletin ahını alıp restorandan kovulmuş olabilir misin?
- Dediğim gibi, restorandaki işim fazla göz önünde olmamdan dolayı sona erdi. Dünya basınında “Türkiye’deki Master Chef’te Cipriani’nin şefi yarışmacılara işkence yapıyor”, “Cipriani bu duruma nasıl izin veriyor?” gibi haberler çıktı. Bir de izinsiz programa başlamam her şeyin tuzu biberi oldu.
* Bir ara manavla anlaşıp restoranı dolandırdığın dedikoduları da çıkmıştı.
- Hepsi palavra! Manavla falan anlaşmadım. Aksine manav bize çok kötü geçirdi.
* Değdi mi peki Türkiye’yi senden nefret ettiren bir program için işini kaybetmeye?
- İlk başta çok üzüldüm. Ancak daha sonra o program bana başka kapılar açtı. Televizyonculuk sayesinde çok daha iyi para kazanıyorum. Yemek ve organizasyonlar yaptığım, danışmanlık hizmeti verdiğim kendime ait bir şirketim var. Kuveyt ve Suudi Arabistan’da bazı işbirlikleri yapıyorum. Ekim’de Ege ve Akdeniz’in en büyük entegre et tesisinin sahipleri ile Denizli’de 2 milyon TL’lik Grill House restoran açacağız.
* Neden Ortadoğu da Avrupa değil?
- Çünkü Orta Doğu yeni dünya ve yeni ekonomiyi temsil ediyor. Türkler artık Ortadoğulular’ın idolü. Bak mesela Mehmet Günsür benim İtalyan Lisesi’nden sınıf arkadaşım. Herif Muhteşem Yüzyıl’dan sonra Kuveyt’te, Dubai’de falan ikon haline geldi.
EVDE LİBERAL MUTFAKTA DİKTATÖR
* “Mutfakta diktatör hatta belki de faşistim” dedin. Peki ya evde?
- Evde liberal ve demokratım...
* Karın ne diyor aleyhinde tüm bu söylenenlere?
- Müthiş sağlam bir karım var. En büyük desteğim o... İhsan Doğramacı’nın yeğeni. Elif’in yedi sülalesi profesör, o da öğretim üyesi... Evlenme kararı aldığımızda ailesi “Kızım ne yapıyorsun, biz seni aşçıya gelin gidesin diye mi yetiştirdik” dediler. O da “Benim kocam limon satar, yine de bana bakar” diye çok cesur bir cevap verdi ve yol arkadaşım oldu. Sen şimdi nasıl tanıştığımızı da sorarsın...
* Zahmet olmazsa anlat hikayesini...
- İtalya’da aşçılık okurken bir yandan da çalışıyordum. Deliler gibi sevdiğim Türk kızı, beni bir İtalyan’la boynuzladı.
* Bu bahsettiğin eşin değil herhalde...
- (Gülüyor) Yok yok değil... Boynuzu yiyince sırt çantamı alıp Kanarya Adaları’na gittim. Bir seneye yakın orada aşçılık yaptım. Bizim mesleğin en güzel tarafı dünyanın her yerinde iş bulabilmendir. Neyse bir sene sonra Türkiye’ye döndüm. O zamanlar 20-25 kilo daha zayıftım, tığ gibi, uzun saçlı, yanık tenli halimi hayal et...
* Hayal gücümü o kadar zorlamasan...
- Lisedeki eski arkadaşlarım bir gün “haydi bize makarna yap” dediler. Gittiğimde evde 12 tane kız vardı. Ben de çok güzel somonlu bir makarna yaptım. Elif’le orada tanıştım. İtalyanca dersleri alıyormuş, “Ben sana öğretirim” dedim. Kız, hoşuma da gitmişti zaten. Çok da uzatmadık, 10 ay sonra bana gelip “Haydi evlenelim” dedi.
EŞİMİN KARŞISINA GEÇTİM “BAŞKASINDAN HOŞLANIYORUM” DEDİM
* Kız isteme faslında Donatella’ya Türk kahvesi yerine espresso yaptılar herhalde...
- O dönem çok fırtınalı geçti. Haftasonu Elif’i istemeye gideceğiz. Ben bir iş için İtalya’ya uçtum, o da Ankara’ya bir seminere... Bu sırada arıyorum bizimkini fakat cevap vermiyor, içimde de kötü bir his var...
* Hayırdır inşallah...
- Pek hayır değildi vallahi. Neyse sonunda İstanbul’da buluştuk. Bir gün oturuyoruz, bunun telefonu çaldı. Karşıdakine İngilizce “Şu an konuşamıyorum” deyip kapattı. “Kim ulan bu arayan?” diye çıkıştım tabi. “ABD’li bir hoca vardı ya” deyip geçiştirdi. Derken telefon bir daha çaldı. Bu sefer ben cevap verdim. Herifin biri “Elif ile görüşecektim” dedi. “Al ulan görüş” diye Elif’e verdim telefonu.
* Hayat hikayesi değil pembe dizi mübarek...
- Bunlar konuştular sonra ben Elif’e dönüp “Yoksa sen de mi beni aldatıyorsun lan” diye sordum. Bembeyaz oldu, ağlamaya başladı. “Seminerden sonra samba gecesine gittik, adam beni öptü” dedi. Bunu duyunca ben de “Güle güle git” diye cevap verdim.
* Ama gitmemiş...
- Ertesi sabah Donatella aradı; “Haydi Çırağan’a havuza gidelim” dedi, gittik. “Elif iyi bir kız, hata yapmış. Yattı mı, kalktı mı bilemeyiz. Fakat sen şimdi onu affedersen, o ömrünün sonuna kadar sana sadık kalacak” diye konuşmaya başladı. O ana kadar hiç böyle düşünmemiştim.
* Haklı çıktı mı bari Donatella?
- Elif konusunda haklı çıktı da, 12 yıl sonra bu sefer sıra bana gelmişti. Karşısına geçip “Artık başka bir kadından hoşlanıyorum” dedim. Ayrılma noktasına kadar geldik ama sonunda yine beraberiz. Anlayacağın durum 1-1 oldu, top ortada... Ama çok şükür maaile mutlu mesut hayatımıza devam ediyoruz.
BURADA İTALYAN GİBİYİM İTALYA’DA TÜRK GİBİ...
* Çocuklarına da Master Chef halini göstermiyorsun değil mi?
- Tabii ki hayır (gülüyor). Bir oğlum bir de kızım var. Program olduğunda kız çok küçüktü, oğlan da yeni doğmuştu zaten. Oyun izler gibi izlediler, o benim avantajım oldu. Ama bazen kızımın içinden de bir Master Chef çıkabiliyor.
* Nasıl yani?
- Şu anda dördüncü sınıfta. İlk yıldan beri okulda yemek olarak önüne makarna konulunca “Parmesan yok mu?” diye soruyormuş. Öğretmenler de “Sizin programdan sonra böyle oldu herhalde” dediler. Kusura bakmasınlar da ilkokul çocuğundan bile yılda 40 bin lira alıyorlarsa, parmesan da versinler bir zahmet.
* Tamam tamam sakin ol Batuhan... Kızınca İtalyanca mı küfür ediyorsun, Türkçe mi?
- (Gülüyor) Vallahi buna hiç dikkat etmedim ama annemle kavgalarımızı İtalyanca ederiz. Çünkü İtalyanca kavga etmek daha hızlı ve yüksek tempolu oluyor.
* Normalde hangi dilde konuşuyorsunuz?
- O konuda çok stratejik davranıyoruz. Yanımızdakiler anlamasın diye İtalya’da Türkçe, Türkiye’de İtalyanca konuşuruz...
* Ara sıra “neyim ben, Türk mü İtalyan mı?” diye düşündüğün oluyor mu?
- Türkiye’de kendimi İtalyan gibi, İtalya’ya gittiğimde Türk gibi hissediyorum. İtalya’da Türkler’in aleyhinde konuşurlarsa çıldırıyorum, laf atanlara çakasım geliyor. Ama burada da İtalyanlar için atıp tutarlarsa deli oluyorum.
OBAMA’YA YEMEK YAPMAM ÇOK DA ÖNEMLİ BİR İŞ DEĞİLDİ
* Biraz magazin turu yapalım... Sen annenin makarnasını beğenmemeye utanmıyor musun?
- (Gülüyor) Hülya Avşar olayından bahsediyorsun.
* Aynen öyle...
- Programına gittim. Meğer annemi de çağırmış. O sırada Hülya Hanım pesto sosu işine mi ne girmiş. Neyse annemle beraber o soslarla benden habersiz makarna yapmışlar. “Tadına bak” dedi, baktım. “Nasıl?” diye sordu, “Ay iğrenç!” dedim. Sonra da işte “Bu nasıl çocuk? Annesinin makarnasını bile beğenmiyor” diye büyük bir yaygara koparttı.
* Gelelim Obama’ya yemek yapmana...
- Yahu o çok da önemli bir şey değildi. Adam Conrad’a geldi, biz de önüne yemek koyduk. “Guys how are you?” dedi gitti. Fazla bir aksiyon yoktu açıkçası. Sabah kendisine somon yaptık, akşam da steak ve rezeneli salata. Obama hikayesi bundan ibaret! Fakat “Yaptım mı ABD Başkanı’na yemek?”, evet yaptım.
* Bunu bu kadar hafife alman biraz şımarıklık olmuyor mu?
- Yok yaa, inan bana daha ne hikayeler var! El Mahdoumlar’a 40 gün 40 gece düğün yaptık. Tarkan gelip 3-5 kişiye ayrı ayrı özel olarak şarkı söyledi. Hyatt Regency Milano’dayken Madonna, Depeche Mode, REM falan da geldi...
* Valla ne diyelim “Hayat Batuhan’a güzel”... Biraz da programından bahsedelim mi?
- Vay be ne güzel bağladın. (Gülüyor) Programın 13 bölümünü İtalya’da CNN Türk kameralarıyla bir belgesel havasında çektik. Uzun zamandır görmediğim akrabalarımı ziyaret ettim, çocukken vakit geçirdiğim yerlere gittim. Bunu programa kanalize etmek benim için çok duyguluydu.
* Diğer yemek programlarından farkı ne?
- Bir kere tamamen doğal ortamlarda ve açık havada çektik. Hem içerik olarak hem de görsel anlamda sonunda benim de içime sinen bir iş çıktı ortaya. Düşünsene İtalya’nın ormanlarında çok nadir rastlanan trüf mantarı aradık, dünyanın en meşhur kasap şeflerinden Cecchini ile beraber yemek yaptık. Programı izlerken hayatın sadece bana değil onlara da güzel olduğunu hissedeceklerinden eminim.
Paylaş